Antik Yunan’ın dünya tarihi ve bilhassa Batı tarihi için önemi ne kadar vurgulansa azdır ama kimileri elbet bunu yapmaya çalışmıştır.
Antik Yunan’ı veya kendilerine verdikleri isimle Hellas’ı altın çağında imparatorluktan çok, her biri üstün konumlara ulaşan gevşek bir şehir devlet kümesiydi.
Antik Yunan’ı hayalinizde canlandırdığınızda düşündüğünüz yer muhtemelen Atina’dır. Parthenon, Sokrates, Platon ve iyi bilinen pek çok Yunan şiiri ve oyunu, Atina şehir devletinin mirasıdır. Düzensiz aralıklarla neredeyse 5000 yıl boyunca işgal edilen Atina kendine has bir dünyaydı. Fakat eğitimli Avrupalılar 18. yüzyılda Yunan siyasi felsefesini yeniden keşfettiğinde klasik Atina’yı barışçıl bir ütopya olarak görmeye başladılar. Ne var ki, gerçekte Atina ne barışçıl ne de ütopikti.
Klasik Atina Sparta kadar militarist olmasa da, esasen militer bir kültürdür. Atina son bir kaç yüzyılda kök salan yeni yönetim biçimleri ortaya çıkardı fakat temelde bir ütopya değildi. Evet, Atinalılar teknik olarak dünyanın ilk demokrasisiydi (neredeyse 200 yıl boyunca) fakat yalnızca 18 yaşını aşmış zengin erkek yurttaşlar oy verme hakkına sahipti. Üstelik pek çok Yunan şehir devletinde olduğu gibi,orada da geniş çapta kölelik uygulaması vardı; bu özellikleri, onları köleliği kaldırmak için resmi adımlar atmış olan Pers işgalcilerinden ayırmaktadır.
Lisede dünya tarihi okumuş olan herkes, muhtemelen Peloponez Savaşı hakkında bir şeyler öğrendiğini hatırlayacaktır; ancak Sparta’nın liderliğini yaptığı galip koalisyon Peloponez Birliği hakkında genellikle yeterince dikkat görmeyen bazı detaylar vardır. Öncelikli olarak, insanların bu Peloponez meselesini neden böylesine abarttığını merak ediyor olabilirsiniz. Neden ona “Antik Yunan iç savaşı” veya “Sparta Savaşı” gibi akılda kalıcı bir isim verilmemiştir? Peloponez, Güneybatı Yunanistan’da bir yarımadadan ibarettir ve pek tabii ki Sparta’ya ev sahipliği yapmış, çatışmanın merkezi olmuş, yarımadanın şehir devletlerini birleştirdiği için de “Peloponez Birliği” ismini almıştır. Fakat Spartalıların insanlara savaşın Peloponez karakterini hatırlatmakta ısrar etmesinin bir başka sebebi vardır: Gelenek…
Atina bölgenin tartışmasız metropolisi ve entelektüel başkentiydi, ticaret zenginiydi ve en büyük siyasi yeniliğin alanıydı. Sparta, bunun tam aksi, birincil özelliği zorunlu askeri hizmet olan epey sıradan bir monarşiydi. Sparta’ya yönetiyorsanız ve birlikleri Atina’ya karşı toplamaya çalışıyorsanız, hümaniter bir argümana, finansal bir argümana veya hatta zafer garantisine bile güvenemezdiniz. Bundan çok daha fazla çaba sarf etmeniz gerekirdi.
Sparta siyasi ve askeri gücünü yerel hükümetleri devirmekte, müttefiklerini ortak düşmanlardan korumakta ve elbette yarımadaya hükmetmekte kullandı. Ancak Sparta’nın en büyük gizli silahları arasında tarih yer alıyordu. Peloponez, ismini Zeus’un torunu efsanevi figür Pelops’tan almıştı ve Peloponez’in sakinleri, memleketlerinin aynı zamanda Yunanistan’ın en eski uygarlığı olan Miken’e ev sahipliği yaptığını biliyordu. Miken harabeleri teknik olarak Atina’ya Sparta’dan daha yakın olsa da, Peloponez yarımadasındaydı. Spartalılar bunun Peloponez ve ada şehir devletleri arasında bir savaş olduğunu vurgulayarak, atalardan kalan toprakları işgalcilerden korudukları anlatısını kullanmayı başardı.