Kıskançlık – İçimizdeki Sessiz Hırsız

Kıskançlık çoğu zaman sessiz başlar. Dışarıdan belli etmesek de içeride bir uğultu gibi büyür. Normalde masum olabilir; bir arkadaşımızın başarısına bakar, “ben de isterdim” deriz. Bazen bu his bizi harekete geçirir, daha çok çabalamaya iter. Ama kıskançlık sınırını aştığında, hem bizim hayatımızı hem de başkalarının hayatını karartır.

Aslında temelinde tek bir şey vardır: kendimizi yetersiz görmek. Başkalarının kazandığını görünce, sanki bizim şansımız azalmış gibi hissederiz. Oysa bu büyük bir yanılsamadır. Her insanın yolu, zamanı ve şansı farklıdır. Başkasının ışığı bizim ışığımızı azaltmaz; gökyüzü milyonlarca yıldızı aynı anda barındırır. Sorun başkasının parlamasında değil, bizim kendi ışığımızı görmezden gelmemizdedir.

Ünlü yazar François de La Rochefoucauld şöyle der: “Kıskançlık, başkalarının mutluluğunu mahvedemediği için kendi mutsuzluğunu artırır.” Bu söz, kıskançlığın kimseye faydası olmadığını, en çok sahibini yaktığını hatırlatır. Shakespeare de kıskançlığı “yeşil gözlü canavar” diye tanımlamıştı. Çünkü o canavarın bakışı, sevdiklerimizi görmekten çok kaybetme korkusunu büyütür.

Aşkta da böyledir. Sevdiğimiz insanın bir gülümsemesi, bir arkadaşıyla geçirdiği zaman ya da bir mesajı, gözümüzde kocaman bir tehdide dönüşebilir. Biraz kıskançlık sevgiyi canlı tutsa da fazlası sevgiyi boğar. Çünkü kıskançlık, sevmekten çok sahiplenmeye yönelir. Oysa sevginin özü özgürlüktür. Erich Fromm’un dediği gibi: “Sevgi, yalnızca özgürlük içinde gelişir.” Güvenin olmadığı yerde, kıskançlık sevgiyi hızla tüketir.

Hayatta kıskançlık da aynı şekilde işler. İş arkadaşımızın terfisini, komşumuzun aldığı yeni arabayı, sosyal medyada gördüğümüz tatilleri kendimize tehdit gibi görürüz. Halbuki onların hayatı bizimkinden tamamen farklı koşulların ürünüdür. Kıskançlık bize sürekli “değişmelisin, daha çok olmalısın, başka biri olmalısın” der. İşte asıl tehlike burada: kıskançlık yüzünden kendimizi değiştirmeye kalktığımızda, sevilme nedenlerimizi kaybederiz. Oysa bizi değerli yapan zaten biz olduğumuz halimizdir.

Kendimizi keşfetmeye başladığımızda kıskançlığın pençesi zayıflar. Çünkü görürüz ki, biz de birçok güzel şeye sahibiz: yaralarımızın ardında direnç, eksiklerimizin ardında özgünlük, kusurlarımızın ardında gerçeklik var. Oscar Wilde’ın sözleri bunu en iyi şekilde özetler: “Kendin ol; çünkü diğer herkes zaten alınmış durumda.”

Kıskançlığı aşmanın yolu başkasını yok saymak değil, kendimizi kabul etmektir. Kendimizi değiştirmeden, olduğumuz gibi değerli olduğumuzu fark ettiğimizde kıskançlık da yavaş yavaş yok olur. Çünkü artık başkasının hayatına özenmek yerine, kendi hayatımıza sahip çıkarız.

Ve belki de işin özü şu: kıskançlığı yenmek, başkalarının ışığını söndürmekle değil, kendi ışığımızı hatırlamakla mümkündür. O ışık ki, zaten biz olduğumuz için var. Onu korudukça, kıskançlık sessiz bir hırsız olmaktan çıkar, kapımızın önünden geçip gider.

Selin Aras

Edebiyat denemeleri, Kültür-Sanat, Kitap yorumları

Dinle00:00
1.0x

Yazıya yorum bırakın

Önceki Yazı

Sonraki Yazı

Takip Edin
Arama Trend
Rastgele Yazılar
Yükleniyor

Oturum açma 3 saniye...

Kaydolma 3 saniye...