Memleketsiz bir yaşam türküsü tutturmuş dudaklarım. Ne kadar kayıp, yıkık, dökük şehir varsa orayı mesken bilmiş kalbim kendine. İki ölümün arasında kalmışım, sesimi silmiş dört bir yanımda yankılanan ölüm çığlıkları.
Bir köşede geçmişim kapatmış gözlerini dünyaya, kan sızarak kalbinden; bir köşede geleceğim. Bugünümü yaşayamazken, dünümü, yarınımı kaybetmişim.
Bulsunlar şimdi beni, nerdeyim? Kim bilir hangi ölümün kıyısında vals yapıyorum, kim bilir hangi savaşın ortasında ölümler kuşanıyorum. Sahi, arıyor mu birileri beni, bir yerlerde?
Kocaman bir saçmalık! Kendi hayatına dahi dokunamamış bir insan, nasıl başkasında iz bırakabilir, güldürme beni. Yokluğumdan, yok oluşumdan bi’ haber bu dünya! Aslında onların suçu yok, ben bile bi’ haberim kendimden. Yerim nere, yurdum nere, hangi rengi severim, kaç şekerli çay içerim, sahi çay içer miyim? Eğer yaşasaydım, eğer becerebilseydim yaşamayı nerde olurdum şimdi, hangi parkta sarhoş olurdum, hangi sokakta yankılanırdı kahkahalarım? Sahi, bir nefeslik daha hakkım olsaydı kahkaha atar mıydım yoksa lanet mi okurdum hayatta kaldığım bir saliseye daha? Biliyorum, içimdeki nefretten kahkaha atmaya fırsat bulamazdım. Yarım kalan küfürlerimi tamamlardım belki.
Elimde bir fotoğraf, fotoğrafta gözüken bir çift ayak. Ölüm sebebim bu diye bağırmak istiyorum saatlerce. Cesedimi bulduklarında o fotoğrafı da bulacaklar, yazık diyecekler, sadece yazık! O ayakların sahibini bilmeden sadece yazık diyecekler, bana, morarmış bedenime bakarken. Sonra bir ses intihar diyecek ve sonra birkaç ses daha onaylayacak bunu. Kimse anlamayacak intihar süsü verilmiş bir cinayet olduğunu.
Katil ben, maktûl ben…
Peki ya beni katil olmaya sürükleyen o bir çift ayak, maktûl benin mezarı başında ağladığında bunun hesabını kim verecek? Bilmiyorum.
Neyse…
Son vals bu birazdan uçurumun kıyısından kendimi bırakacağım,
Katil ben!
Kuşandığım tüm ölümleri kafama doğrultacağım,
Maktûl ben!