Uzun zaman önceydi bırakıp gideli iyi niyetlerimizi.
Mahalle bakkalından deftere yazdırıp aldığımız günlük gazeteler ve yumurta küfelerini.
Öğrenciydik ve her ayın onbeşlerinde yatan baba harçlıkları ile öderdik veresiye defterlerimizi.
Borç dediğin veresiye defterlerinde mavi tükenmez kalemle yazılan yanında bolca sıfır olmayan sayılardan ibaretti.
Hiç yüzünü asmayan her aldığımız şekerde çayda gülümseyerek öğrenci yanımıza hayranlıkla bakan Şen Bakkalın gözlerindeydi gelecek heveslerimiz.
Üniversite biter mi? Sorularımız menemenle süslediğimiz sabahlarda inanılması zor cevaplara gebeydi.
Cuma geceleri efsane Pazar geceleri isyanlarla geçen bir güzel öğrencilikti bizimkisi…
Vizeler finaller heyecan verse de tek derdimiz o senenin devrolup gitmesi değil vize ve finallerin bitmesiydi.
Saçma sapan siyasi tartışmalardan uzak kalmak sadece bir fazla insanla tanışmaktan başka hevesimizden olsa gerek Halil İbrahim Sofrası kıvamında geçti akşam yemeklerimiz.
Ve bitmez dediğimiz ne varsa birgün bitiriverdik.
Mahalle bakkalının hüsnü kabulü hipermarketlere, dostlarımızın Cumartesi sabahı yaptığımız menemen davetlerine, vizeler ve sınavlarda türlü kompozisyonlarla organize faaliyetlerinden birden bire uçup gidiverdik.
Şimdilerde bizim gibi yaşanır mı o dönemler bilmiyorum…
Mahalle bakkalına veresiye yazdıran öğrenci kardeşlerim kaldı mı ya da mahalle bakkalları hala var mı o köhne sokaklarda bilmiyorum…
Hipermarketler tarafından yok olup gittiler mi bilmiyorum…
Menemen sabahları yine öğrenci kardeşlerimce organize ediliyor mu bilmiyorum…
İkibinli yıllara gelirken beklediğimiz uzay çağının, gök yüzünde uçan arabaların, bir yerden başka bir yere ışınlanabileceğimize inanan adamların ne halde olduğunu bilmiyorum…
İkibinyirmi yılına giderken kalbi beyni umutla heyecanla dolu yaşıtlarımın şimdi ne yolda hangi yılda kaldığını bilmiyorum…
Ama oturduğum yerden baktığımda biz sanki tam zamanında yaşamışız bu anormal dünyada diyorum.
Kendimizi çok fazla kaptırıp hayatın akışına elimizde mazimiz de ne varsa hepsini unutturdular gibi geliyor artık.
Sanki birileri bam telimize şöyle en derininden basıp, bizi derince bir uykuya sokuvermiş gibi.
Hoşgörü ve sevgi ile dopdoluyken, sabırsız ve vefasız bir nesile dönüşüverdik gibi.
Sokakta kedilere süt verirken en sevdiklerimizin acısına sevinir hale geldik.
Uyuduğumuz yer bize çok güven vermediğinden olsa gerek, çoğu zaman kendimizden bile kuşkular içinde karabasanlara yenik düşüverdik.
Yavaş yavaş olsa iyiydi evet ama biz bu hale birden bire geliverdik.
Uyansak mı dersiniz?
Yoksa uymaya devam mı etmeliyize gidersiniz?
Ne yazık ki bu kez kararı biz ya da siz veremeyeceksiniz…