
Bu aralar herkes enerjisinden söz ediyor. Ben de düşündüm; belki de enerji dediğimiz şey, sadece biziz.
Son zamanlarda herkesin dilinde enerji var. “Enerjim düştü”, “enerjimi temizledim”, “enerji çalışması aldım” gibi cümleler artık çok sıradan. Eskiden uzaktan duyunca “acaba bu da mı bir inanç meselesi?” derdik, şimdi hayatın doğal parçası gibi konuşuluyor. Aslında belki de hep oradaydı, biz yeni fark ettik. Çünkü iç dünyamızı dinlemenin, kendimizle yeniden temas etmenin yollarını unuttuk. Modern hayatın gürültüsü içinde, sessizliği duyamaz hale geldik. İşte enerji eğitimleri biraz da bu sessizliği yeniden bulma arayışı.
Kimi Reiki yapıyor. Japon kökenli bir teknik; eller aracılığıyla evrensel yaşam enerjisini aktardığına inanılıyor. Kimine göre tamamen spiritüel bir ritüel, kimine göre bedenin kendi kendini onarma sürecini harekete geçiren bir odaklanma hali. Kimisi nefes terapisiyle tanışıyor; sadece nefesin bile duyguları, düşünceleri, hatta kalp ritmini nasıl değiştirdiğini fark ediyor. Başka biri kuantum düşünce eğitiminde “enerji düşünceyle yönlenir” fikrinden yola çıkarak, zihnini dönüştürmeyi öğreniyor. Theta Healing ile ilgilenenler ise, bilinçaltı inanç kalıplarını dönüştürmeye odaklanıyor. Beynin “theta dalga” frekansına geçilerek, kişinin olumsuz düşünce örüntülerini fark edip yerlerine iyileştirici, destekleyici düşünceler yerleştirdiğine inanılıyor. Kimi bunu bir dua gibi, kimi zihinsel bir derinleşme tekniği gibi yaşıyor. Bioenerji, meditasyon, frekans çalışmaları, hepsi farklı bir kapı açıyor ama hepsi aynı yere çıkıyor: insanın kendi içine.
Ben bazen bu alanları merakla izliyorum. Bir kısmı gerçekten farkındalık yaratıyor, insanı sakinleştiriyor, kendini dinlemeye yönlendiriyor. Ama bir kısmı da ticari bir telaş içinde; hızlı sonuç, anında değişim, kolay dönüşüm vaatleriyle dolu. Oysa insan dönüşmez bir günde. Enerji dediğimiz şey de öyle sihirli bir düğme değil. Kimi zaman sessizlikte, kimi zaman gözyaşında, kimi zaman bir dostun omzuna yaslanırken kendiliğinden olur.
Yine de enerjiden bahsetmek bana umut veriyor. Çünkü bu kelime, bir şekilde insana yaşamın akışını hatırlatıyor. Görülmeyeni hissetmek, sadece duygusal bir deneyim değil; aynı zamanda bir farkındalık biçimi. Bazen biriyle konuşurken içimizin açılması, bazen bir odada huzursuz hissetmek, bazen de doğada nefes alırken sanki içimizin temizlenmesi… Hepsi enerjiyle açıklanıyor belki, ama belki de sadece insan olmanın hassas antenleri bunlar.
Bir yandan da modern insanın ruhsal boşluğu geliyor aklıma. Her şey ölçülüyor, sayılıyor, hızla tüketiliyor. Ama anlam arayışı durmuyor. İnsan, açıklayamadığı şeye inanmak istiyor. Enerji eğitimleri biraz da bu boşluğu dolduruyor sanki. Herkes bir şekilde dokunulmak, görülmek, iyileşmek istiyor. Kimi bunu terapiyle yapıyor, kimi inançla, kimi de enerjiyle.
Ben enerjiyi bir inanç konusu olarak değil, bir farkındalık hali olarak görüyorum. Dikkatini nereye verirsen, enerji de oraya akıyor belki. Birinin elini tutarken, bir çocuğun kahkahasını duyarken ya da gece sessizliğinde derin bir nefes alırken hissettiğin o küçük titreşim… Aslında enerji eğitimi almadan da yaşanabiliyor. Çünkü enerji, dışarıdan verilen bir şey değil; içimizdeki yaşama isteğinin kendisi.
O yüzden ben artık “enerjime dikkat ediyorum” derken, aslında nasıl yaşadığıma dikkat ettiğimi fark ediyorum. Hangi sözlerle kendimi beslediğime, hangi ortamlarda sıkıştığıma, kimlerle bir arada olmaktan huzur bulduğuma… Enerji belki de bu fark edişin adı. Eğitimler, teknikler, ritüeller yardımcı olabilir ama asıl kaynak yine insanın kendi içinde.
Belki de herkes enerjiye değil, yeniden kendini hissetme ihtimaline inanıyor. Çünkü hissetmek bu çağda lüks hale geldi. Her şey hızla geçerken, bir an durup içimizdeki titreşimi fark etmek, yaşadığımızı hatırlamak… İşte belki de asıl enerji o an doğuyor.