Kim Bu Aziz Sancar?

Selin ArasSelin ArasBiyografi17 saat önce

Bir köyden dünyaya uzanan bir ışığın hikayesi.

1946 yılında Mardin’in Savur ilçesinde, yoksul ama onurlu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi Aziz Sancar.
Sekiz kardeşin yedincisiydi. Babası Abid Sancar terzilik yapar, annesi Zekiye Sancar ev hanımıydı.
Ailesi okuma yazma bilmezdi ama eğitimin bir insanın kaderini değiştireceğine bütün kalpleriyle inanırlardı.
Evlerinde kitap yoktu, ama umut vardı. O umut, bir gün bir çocuğun gözlerinden bilim sevgisi olarak taşacaktı.

Savur’un dar sokaklarında, taş evlerin arasından yükselen sabah ezanıyla uyanırdı Aziz.
Evlerinin önünde sabahın serinliğini hisseder, elindeki defteri sıkıca tutar, o defterin bir gün dünyayı değiştirebileceğini bilmeden yola çıkardı.
O defterde bazen öğretmeninin tahtaya yazdıkları, bazen de kendi merak ettiği küçük ama derin sorular vardı:
“Güneş niye doğar? İnsan neden hastalanır?”
Küçük bir çocuğun sorularıydı ama geleceğin bilimini şekillendirecek türdendi.

Ailesi ona hep aynı şeyi söylerdi: “Oku oğlum, bilgi insana hem yol hem ışık olur.”
Belki de o yüzden, Aziz hiçbir zaman karanlıktan korkmadı.
Çünkü onun elinde hep bir ışık vardı — bilginin, azmin ve inancın ışığı.

Liseyi bitirdiğinde tek bir hedefi vardı: doktor olmak.
İstanbul Tıp Fakültesi’ni kazandığında cebinde para yoktu, arkasında güçlü bir bağlantı da…
Ama içinde hiç sönmeyen bir kararlılık vardı.
Geceleri çalışır, gündüzleri hastalara yardım ederdi.
Kimi zaman aç karnına, kimi zaman uykusuz.
Ama şikayet etmezdi.
Çünkü onun için çalışmak, bir yaşam biçimiydi.

Tıp fakültesinden mezun olduktan sonra Mardin’e dönüp doktorluk yaptı.
İnsanlara şifa veriyor olmak onu mutlu ediyordu ama bir gün küçük bir çocuğun gözlerine bakarken aklında bir soru belirdi:
“Bu hastalık neden oluyor?”
İşte o an, hayatının yönü değişti.
Artık yalnızca tedavi etmek değil, anlamak istiyordu.
Bilimin kalbine, laboratuvara gitmeliydi.

O yıllarda Türkiye’den Amerika’ya gitmek neredeyse imkânsız gibiydi.
Ama o gitti.
Bir bavulun içine birkaç kitap, birkaç fotoğraf ve annesinin “Dualarım seninle” sözlerini koydu.
Uçağın camından dışarı baktığında ne Nobel’i düşünüyordu ne de şöhreti
Tek isteği, bilimi anlamak ve insanlığa faydalı olmaktı.

Yıllar geçti.
Soğuk laboratuvarlarda, floresan lambaların altında sabahladı.
Arkadaşları evlerine giderken o pipetini elinden bırakmadı.
Deneyler defalarca başarısız oldu.
Ama hiçbirinde “olmuyor” demedi.
“Başarısızlık, bilimin bir parçasıdır,” derdi. “Yeter ki pes etme.”

Sonunda DNA onarımı üzerine yaptığı çalışmalar, insanın genetik yapısındaki en gizli mekanizmalardan birini ortaya çıkardı.
Hücrelerin kendi hatalarını nasıl düzelttiğini anladı.
O buluş, tıbbın temelini değiştirdi.

Ve 2015’te, o küçük köyden çıkan çocuk Nobel Kimya Ödülü’nü kazandı.
Ama sahneye çıktığında yaptığı şey, aldığı ödülden bile güzeldi:
Cebinden bir Türk bayrağı çıkarıp kalbinin üstüne koydu.
“Bu ödülü ülkeme, Türkiye’ye adıyorum,” dedi.
O anda milyonlarca insanın içinde sessiz bir gurur yankılandı.

Aziz Sancar’ın hikayesi, bana hep aynı şeyi hatırlatıyor:
Başarı, ışıltılı anlardan değil, kimsenin görmediği sabırlı gecelerden doğar.
Bir laboratuvarın soğuk ışıkları altında, bir insanın inadıyla, merakıyla büyür.
Ve bazen bir çocuğun “neden?” diye sorması, dünyayı aydınlatır.

“Kim bu Aziz Sancar?” diye soranlara cevabım şu olurdu:
O, sadece bir bilim insanı değil; bir ülkenin içinden doğan inancın ve azmin sembolü.
Ve belki de hepimize sessizce şunu söylüyor:
Bir ışık yakmak istiyorsan, önce karanlıktan korkmamayı öğren.

Selin Aras

Edebiyat denemeleri, Kültür-Sanat, Kitap yorumları

Dinle00:00
1.0x

Yazıya yorum bırakın

Önceki Yazı

Sonraki Yazı

Takip Edin
Arama Trend
Rastgele Yazılar
Yükleniyor

Oturum açma 3 saniye...

Kaydolma 3 saniye...