Bütün kavramlar birbirinin içine geçmiş gibi son günlerde. Yazmak için elimi ne zaman klavyeye götürsem neyden bahsedeceğim konusunda dayanılmaz bir kararsızlık yaşıyorum. Bu kararsızlık başımı ağrıtıyor neredeyse. Herkes ayrı bir konudan bahsediyor. Bizi evlerimize hapseden salgın ile ilgili mi konuşsak yoksa ülke gündeminin kalabalığından mı bahsetsek sevgili okur? Sen nasılsın bugünlerde?
Bazen bir filozof gibi düşünme çabasına giriyorum. Belki gereksiz bir çaba. Ben filozof değilim, dünya hakkında o kadar bilgim yok. Lakin yine de çaba işte… Bir şeyler üreteceğimden değil de en azından beyin jimnastiği olur niyetiyle.
Bugünlerde yazmaktan kaçmanın yolu okumak oldu benim için. Hangi konuda yazacağıma karar veremediğim anda hemen elime kitabımı alıp satırların arasına gömülüyorum. Neyse ki yazmaktan kaçmanın yolu boşa vakit geçirmek değil.
Salgın süreci kötü olsa da bardağa dolu tarafından bakmayı sevenler için güzel bir dönem. 35 yaşımdayım ve hayatımın hiçbir zamanında kendimle bu kadar fazla vakit geçirme fırsatı elde edemedim. Ofiste olduğumdan çok daha fazla çalışıyorum sevgili okur. Bunu inkâr edemem. Ben yalnızlığı seven bir adamım. Odamda, kitaplarım ve bilgisayarımla yalnızsam benden üretkeni olmaz. Ofislerde kayboluyorum. Dikkat eksikliğim zaten had safhada…
Erken kalkmanın bu kadar zor gelmediği bir zaman yoktur benim hayat hikâyemde. Aslında sabah erken kalkmak değil, kalkıp evden çıkmak zormuş. Gece yatarken aklımda hep son bir iş kalıyor. Kendimi bildim bileli böyle. O işi sabah ilk iş olarak yapacağım diye kendime söz veriyorum. Sonra ofise gitmek, kahvaltı yapmak, kahvemi almak, mailleri kontrol etmek falan derken işi yapmam saat kaç oluyor! Ama şimdi öyle mi? Bilgisayarı yatağın yanına koysam sabah gözümü açar açmaz o işe başlayabilirim. Tamam, henüz o seviyede kafayı yemedim. Tabi ki öyle bir şey yapmıyorum.
Bütün gün hem işini yap hem de evin içerisindeki sosyal hayatına devam et. Bazı günler akşama ve hatta gece yarılarına kadar kafamı kaldırmadan çalışmak zorunda oldum. Orası ayrı. Ama genelde sık molalar verebiliyorum. Bazen yorulduğumu hissedip araya 20 – 30 sayfa kitap ekleyebiliyorum.
Eğitim almak için de çok güzel zaman ve imkân var. Çevrimiçi eğitimlere yetişemediğim oluyor sevgili okur. Hangisi daha öncelikli diye karar vermem gerekiyor. Eskiden gidemediğimiz konferanslar, dinleyemediğimiz konuşmacılar şimdi bilgisayar ekranımızda. Vaktin mi yok, daha sonra tekrarından izlersin.
Korkuyorum, bu hayat hoşumuza gidecek ve böyle yaşamaya devam edeceğiz diye. Bugünlerde adına “yeni normal” diyorlar. Sürecin başından beri bu kavrama gıcığım. Birkaç ay sonra bana hak vereceksiniz. Zaten yavaş yavaş görmeye de başladık. Bir şey değişmiyor ki hayatımızda. İlk fırsatta eski hayatımıza dönüyoruz, döneceğiz. Şimdilik maskeler olacak belki yüzümüzde ama bir süre sonra onlardan da sıkılacağız. Öyle hayal edilen “yeni normal” değişiklikleri falan olmayacak.
Olmasın da zaten. İnsan sosyal varlıktır. Öyle dijital dünyadan falan sosyallik olmaz. Bizim dışarıda olmaya, hep birlikte olmaya ihtiyacımız var. Birbirimizden öğreneceğiz, birlikte gülüp birlikte ağlayacağız. Dijital devrim gibi laflara kanmayalım. Dijital pazarlama uzmanı olarak çalışan biriyim. Buna rağmen söylüyorum. Dostumuzla bir yerde oturup, birer fincan kahve içemeyeceksek ne anlamı var ki? Öyle çevrimiçi görüşmeler, canlı yayınlar vs. bizi biz olmaktan çıkartır sevgili okur. Kanmayın bu süslü laflara.
Bugünleri iyi değerlendirin. Belki evden çıkmaya başladık, belki hala daha evdeyiz. Yine de evde vakit geçireceğimiz bir süre daha var. O süreyi de gelecek günler için verimli kullanalım. Karantinadan çıktıktan sonra başka biri (ama daha olumlu anlamda) olmak için çaba harcayalım.