İnanmak …
Tek bir kelime ve milyonlarca çağrışım …
İnanmak …
Belki de saatlerce durup aynı noktaya bakmaktı …
Flu hayallere hapsolmaktı …
İsli duvarlara yaslanmaktı …
Tozlu aynalarda görme yetisi olmayan birinin kendisine bakmasıydı …
Umut etmesiydi …
Ve saatlerce …
Ve hiç bıkmadan …
Ve hep aynı sonuca rağmen …
…
Bir tren garında, bir zamanlar heybetli olan bir adam tanıdım …
Bana geldiğinde omuzları düşmüştü…
Yağmurlar, fırtınalar, kar kış geçirmişti …
Elleri, ayakları çok üşümüştü…
Kapımı çaldı …
Kimsin dedim..
Adını söylemedi …
Yokmuş adı …
Yokmuş …
Çok yoruldum, içeri al beni dedi …
Garip bir hali vardı …
Isınması için uğraştım …
Üşümekten iki büklüm olmuş, omuzları düşmüştü…
Omuzları düşmüştü…
Ayakları ısındı, çocuk gibi sevindim bir an …
Artık doğrulur sandım düştüğü yerden …
Düştüğüne inanmadım ki …
Heybetli adamlar düşmezdi …
İçimde bir çocuk …
Öyle söyledi bana …
Kafam da bir fısıltı … Ya da kalbimde …
Ya da içimde …
Susmak bilmedi işte …
Ellerini tuttum, gözlerine baktım …
Bir sessizlik…
Bir ceset …
Cesedin elleri ellerimdeydi, gözlerine bakıyordum …
Zaman durmuştu ve akmıyordu …
Zamanın olmadığı “bir an masalında” saatlerce kaldık öyle…
Ayakları ısındı …
Elleri ısınmadı …
Tüm çabalarıma rağmen …
Tüm çabalarıma rağmen …
Saatlerce baktı bana …
Sustu …
Sustuk …
Bana bir şeyler anlattı …
Bana çok şeyler anlattı …
“Otuz yılın hikayesini” anlamamı istedi…
Yüzüne baktım …
Ölüm sessizliği …
Ürktüm …
Çocuk gibi ürktüm …
Heybetli oluşunun asilliği hala duruyordu …
Zamanın olmadığı bir an masalında, tek bir harf kullanmadan saatlerce konuştuk …
Saatlerce konuştuk …
Anlamadım sandı …
Anladım …
Anladım …
Anladım …
Senin hikayen yüzünde dedim …
Omuzlarını, ellerini görmüyorum dedim …
Görmek istemedim …
Oysa severken bile nankörmüş insan …
Perdeyi araladığı an kendini görmek istermiş onda …
Hayatımda ilk defa bu kadar gariptim …
Ve ben hep kendimi dünyanın en garip insanı sanırdım …
Kendimi değil, onu görmek istemiştim …
Göremedim …
Göremedim …
Gitmişti …
Ruhu bedenini terketmiş meğer bir tren garında …
Saatlerce , yıllarca, “otuz yıl” bir trenin camına yaslanıp, isli camlarda hayal kurabilmeyi umut etmiş …
Terkedilmiş tren garı … bir bank …
Bir bankta oturan adam …
Omuzları düşmüş, sırtında yıllanmış köhne bir ceket …
Köhne bir terkedilmişlik …
Köhne bir yalnızlık …
Yüzüne baksaydı …
Bakamadı …
Göremedi …
Otuz yıl terkedilmiş tren garında, o bankta, o treni bekledi …
Saçını taramadı, ceketini hiç çıkarmadı sırtından …
İnandı …
Hep inandı …
Israrla inandı …
Tren gelmedi …
Bank köhnelikten yıkıldı …
O da yıkıldı …
Yine de bakmadı yüzüne …
Yüzüne baktım …
Ve inandım …
Ve …
İnandım …