Yeni Gine‘li bir siyaset adamı olan Yali 1972 yılında, Jared Diamond’a “Neden siz beyazların bu kadar çok kargo(mal, eşya)su var, bunları Yeni Gine’ye neden getirdiniz ve biz siyahların kendi kargosu neden bu kadar az?” diye, kendince basit gibi görünen bir soru sorduğunda cevabının yıllar süren, tarih, moleküler biyoloji, genetik, biyocoğrafya, dilbilim, kazıbilim, davranışsal ekoloji ve daha pek çok disiplinler arası araştırmalarda yattığını ve sonucun da 600 küsur sayfalık bir kitapta özetlenebildiğini tahmin bile edemezdi.
Bu yazıda başucu olmayı fazlasıyla hak eden başka bir kitaptan bahsetmeye çalışacağım sizlere. Kitabımızın yazarı Jared Diamond‘ı biraz da olsa tanıtarak başlayalım, ne dersiniz? California Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Diamond, fizyoloji alanında başladığı akademik kariyerine daha sonra biyocoğrafya alanında devam etmiştir. Tüfek, Mikrop ve Çelik eseriyle 1998 yılında, kurgusal olmayan eser alanında almış olduğu Pulitzer Ödülü de dâhil olmak üzere pek çok ödüle layık görülmüştür. Üniversiteden mezun olduğunda yedi dil bilen Diamond’ın, Üçüncü Şempanze kitabında on bir dil bildiğini ve on ikincisini öğreniyor olduğunu belirtmiş olduğu gibi önemsiz(!) bir bilgiyi de ekstra olarak paylaşmak istedim.
“Avrupa ile Amerikan yerlileri arasındaki ilişkilerin en dokunaklısı, 16 Kasım 1532’de Peru’nun bir dağ kasabası olan Cajamarca’da İnka İmparatoru Atahualpa ile İspanyol fatih Francisco Pizarro arasındaki ilk karşılaşmaydı. Atahualpa Yeni Dünya’nın en büyük, en ileri devletinin mutlak hükümdarıydı, Pizarro ise Avrupa’daki en güçlü devletin hükümdarı, Kutsal Roma İmparatoru V.Karl’ı (İspanya Kralı I. Carlos olarak da bilinir) temsil ediyordu. 168 İspanyol askerinden oluşan bir ayaktakımı güruhuna kumanda eden Pizarro bilmediği yabancı topraklardaydı, oranın yerli halkını hiç tanımıyordu, en yakındaki İspanyollarla bağlantısı tamamıyla kopmuştu, kendisine destek olacak güçlerin zamanında yetişmesine olanak yoktu. Atahualpa egemenliği altındaki milyonlarca insanla kendi imparatorluğunun tam ortasında oturuyordu; 80.000 kişilik ordusunun koruması altındaydı ve diğer yerlilerle yaptığı bir savaşı daha yeni kazanmıştı. Bütün bunlara karşın iki önder birbirleriyle karşı karşıya geldikten birkaç dakika sonra Pizarro Atahualpa’yı esir aldı. Pizarro savaş esirini 8 ay elinde tuttu ve onu serbest bırakma sözü karşılığında tarihin en büyük fidyesini topladı. Fidyeyi -5 metre eninde, 7 metre boyunda, 2,5 metre yüksekliğindeki bir odayı dolduracak kadar altını- topladıktan sonra sözünü tutmadı ve Atahualpa’yı öldürdü. Atahualpa’nın esir alınışı Avrupalıların İnka İmparatorluğu’nu ele geçirmelerinde belirleyici bir rol oynadı.” (TÜBİTAK Popüler Bilim Yayınları,syf 72-73)
“Neden Avrupalılar Amerika‘yı keşfetti de Amerikalılar Avrupa’yı keşfetmedi?”
ya da bir başka şekilde
“Neden Atahualpa Madrid’e gelip İspanya Kralı I. Carlos’u esir almadı da bunun tam tersi bir sonuç doğuran nedenler oluştu?”
Bu soruların nedenleri kitapta doğruluğu kanıtlanmış pek çok veriyle izah ediliyor; ancak ben sadece kitaba da adını veren temel 3 kavramı kısaca özetleyeceğim:
- TÜFEK: Üstün silahlar.
- MİKROP: Salgınlar, doğal seçilim, Avrasyalıların bağışıklıklarının bulunduğu mikropların, bağışıklığı olmayan diğer yerli halkların nüfusunu zayıflatıp azaltması.
- ÇELİK: Güçlü askeri birlikler. Tarıma geçişle birlikte aletlerin yapılması, sulama kanalları ve sanayinin gelişimi.
İnsanlığın son buzul çağının sona erdiği 13000 bin yıl öncesinden günümüze medeniyet tarihi ve toplumlar arasındaki gelişim farklarının yapısını inceleyen ve bu yapının nelere göre değişkenlik gösterdiğini sorgulayan ve bilimsel yöntemlerle açıklamaya çalışan yazar, Batı egemenliğinin ırksal olduğunu savunan bazı düşüncelerden çok uzaktadır. Hatta kendisinden koca kitabı tek bir cümle ile özetlenmesi istendiği takdirde o cümlenin “Tarih farklı halklar için farklı yönde gelişti ama bu çevresel farklardan dolayı böyle oldu, o halkların biyolojik farklılıklarından değil.” olacağını belirtir.
Sayfa sayısından dolayı okumaya tereddüt edenler, sizler de unutulmadınız! Kitabın National Geographic tarafından 2005 yılında hazırlanmış 3 bölümlük bir belgeseli de mevcut…
600 küsur sayfa beni korkutmaz diyenlere de çok beğendiğim bir cümleyle “Bu tür kitaplar balık yağı gibidir, yutması zor gelir ama bedene katkısı çoktur.” diyerek bitiriyorum yazımı.
Keyifli okumalar…