içinde

Tıp ve Öykü

Modern dünyada henüz öyle algılanmıyor olsa da tıp, aynı zamanda sosyal bir bilimdir. Bu tanımlama, mesleği tıp hekimliği olan ve formasyonu tıp alanında olan kişilere, ilk başta biraz tuhaf gelebilir. Oysa sosyal bilimlerin ilgi duyduğu konulardan biri ve belki de en önemlisi insan ilişkilerinin yoğun olarak yaşandığı alanlardır. Bu bağlamda, tıbbın bizzat kendisi olmasa da tıp hizmeti ve bu hizmetlerin sunum süreci tıbbi bir süreç olmasının yanında sosyal bir süreçtir.

Edebiyatın bir türü olan öykünün tıbbın bu özelliğinden yeterince yararlandığı söylenemez. Oysa insan ilişkilerinde en kırılgan örneklerin yaşandığı, bu ikilemlerin kararları ve uygulamaları etkilediği bu sürecin edebiyatın ilgi alanına girmesi kaçınılmazdır. Okuru alıp başka yerlere, başka hayatlara götürecek öyküler sağlık ortamındaki kırılganlığı en iyi ortaya koyacak unsurlardan biri olabilir. Hastalığı nedeniyle acı çeken, sistemdeki bazı aksaklıkların nelere yol açabileceğini gören ve iyileşme umudunu yüreğinden eksik etmeyen kişilerin öykü aracılığıyla ifade edebileceği ne çok duygusu vardır oysa.

Genel olarak edebiyat ve bir edebi ürün vermek, bir derdi olan insanın harcıdır. Yazarı ateşleyen, onu yazmaya iten bir kaygı vardır içinde. Edebiyatın temel itici gücü; kökeni aşk, sevgi, ayrılık gibi romantik gerekçeler başta olmak üzere, içinde bir dert taşıyor olmaktır. Bu dert dile gelir, kaleme dökülür ve nice (güzel )edebi metinler ortaya çıkar. İşte bu açıdan tıp ortamının edebi açıdan ele alınması söz konusu olduğunda öykü en önemli araç gibi duruyor.

Niçin öyküye bu denli büyük bir rol biçildiğine gelince… Günümüz dünyasında edebi türler içinde şiir, eski önemini yitirmiş görünmektedir. (En azından bana göre öyle…) “Akışkanlık” ve “anlaşılmak” üzerine kurulu günümüz edebiyatı, roman ve öykünün öne çıktığı bir formata bürünmüştür. Ancak bu iki tür arasındaysa ortaya konulan eserin boyutu bakımından, eskiye göre ciddi bir farklılık söz konusudur. Örneğin 1950’lerde, romanların sayfa sayısının günümüz romanlarından neredeyse iki kat fazla olduğu görülmektedir. Günümüzde nice klasik romanın yeni baskıları, çoğunlukla orijinal sayfa sayıları azaltılarak basılmaktadır.

Sayfa sayısının azalması, günümüz okurunun uzun metinleri okuma konusundaki sabırsızlığı ile açıklanabilir. Zira, (mesela bu yazıyı okuyanlar da dahil olmak üzere neredeyse) hepimiz ciddi bir sabırsızlık girdabına düşmüş durumdayız. Örneğin, sosyal medyada tıkladığımız herhangi bir video üç-dört saniye içinde açılmazsa onu izlemekten (ve arzulamaktan) hemen vazgeçiyoruz. Aynı durum uzun edebi metinler için de geçerli. İşte tam da o nedenle, yani günümüz modern toplumunun sabırsız oluşu nedeniyle, romandan ziyade öykü türü daha popüler hale gelmekte.

Gelelim tekrar, yazının başındaki tıp ve öykü ilişkisine. Türk Edebiyatı bu konuda, maalesef hayli geridedir. Birkaç müstesna eser olsa da dünya edebiyatını etkileyebilecek bir öykümüz ve öykücümüz yoktur. Tıp ve öykü arasındaki bu özel ilişki, geçmişte Rus Edebiyatının iki ünlü ismi tarafından kısmen ele alınmış gibi görünmektedir. Her ikisi de hekim olan Anton Çehov ve Mihail Bulkagov, tıp ortamını ele alan öyküler yazmışlardır. Burada değinmek istediğim nokta, sağlık ortamını içeriden bilen, onu hizmet verme noktasında gözlemleyebilen ve bu ortamda soluklanıp edebi eserler veren yazarlardır. Kendisinin yahut bir yakınının hastalığı sebebiyle sağlık ortamına yaslanan öyküler yazan kişiler elbette fazlaca vardır. Ancak benim buradaki temel kaygım ve beklentim, mesleğin içinden birilerinin tıp alanına dair öykü türünde eserler vermesidir.

İlk bakışta sanki dar bir çerçeveye karşılık geliyormuş gibi dursa da bu alan, incelenip değerlendirilmeye açık bir alandır. Sözkonusu çerçeveyi tanımlarken, buna ben “tıp öyküleri” demeyi tercih ediyorum. Elbette başka isimler de önerilebilir; isim önerme kapısı herkese açıktır. Ancak burada önemli olan, sağlık ortamında soluklanan, sağlık hizmeti sunma görevinde bulunmuş kişilerin edebi ürün vermesidir. Hemen herkes, her daim bir hasta adayıdır; her an hepimiz hasta olabiliriz. Meseleyi hasta gözünden ele almak da elbette çok değerlidir. Ancak bu ortamın edebi özellikler içeren, edebi kaygılar barındıran ve tıp erbabının kaleminden çıkan öykülerle ele alınması bizi, şüphesiz ki bambaşka yerler götürecektir.

Tıp eğitimi başta olmak üzere pek çok konuda bize yeni kapılar açabilecek, yeni edebi olanaklar sunabilecek “tıp ve öykü” bahsinin, Türk Edebiyatında yeni bir dalgaya kaynaklık edebileceğine inanıyorum. Hekimlerin, tıbbı sadece sayısal bir alan olarak görmeyip gerek anılarını yazarak gerekse öykü başta olmak üzere edebi eserler vererek, bu alana nitelikli ve içten katkı sunabileceklerine inanıyorum. Çünkü bizim derdimizi, kaygımızı ve hayallerimizi kimse bizden daha iyi anlatamaz…

Yazar Hasan Erbay

Tıp Tarihi ve Etik, Öykü Yazarı
Kitapları
-Tıbbiyeli Muharrem
-Tıptan Öte
-Kırk Pencereli Konak

Bir yanıt yazın

yaşam koçluğu

Yaşam Koçluğu Nedir?

Tek Perdelik Ölüm Sahnesi

Tek Perdelik Ölüm Sahnesi