içinde

Sosyal Sorumlu Vatandaş Olabilir miyiz?

Bu sabah elimi neye atsam canım istemedi. Belki haftanın son günü olmasının etkisi ve yorgunluğun yansımasıdır. Bilmiyorum! Ofise geldiğimde bilgisayarımı açtım, maillerimi okumaya başladım; ancak yarıda bıraktım. Biraz kitap okuyayım dedim, 10 sayfadan öteye geçemedim. Feedly listemdeki biriken yazıları okuyayım dedim ama ilk yazının 2. Paragrafından sonrasına geçemedim.

Uzun zamandır kişisel blog sayfamda yazılar yazıyorum, artık dijital pazarlama konusunda kitap yazayım istiyorum. Bir süre önce yazmaya başladım. Bugün birkaç sayfa daha ekleyeyim istedim ama o da olmadı. Son olarak buraya yazı yazmayı planladım. Eğer bu yazıyı okuyorsan bugün tamamladığım ilk iş bu oldu diyebilirim.

Bugün de böyle olsun! Ne fark eder? Her zaman çok yoğun çalışacak, her işi tamamlayacak değiliz ya! Biraz da eksik kalsın. Bugün biraz sosyal konulardan bahsetmek istiyorum. 1 sene kadar önce Eyüp Lions Kulübü toplantılarına misafir olarak katılmaya başladım. Niyetim kurumu tanımak, insanlarla tanışmaktı.

Karşılıklı çok iyi anlaştığımızı söyleyebilirim. Kasım ayı itibariyle Eyüp Lions Kulübü’nün resmi olarak üyesi olacağım. Bu üyelik için Lions 118E yönetim çevresi merkezinde yeni üye adayı seminerine katıldım. Neyse konumuz bu değil. Konumuz daha genel olarak sivil toplum kuruluşlarında yer almak ve sosyal projeler hayata geçirmek. Ülke olarak bu konuda çok eksik kalıyoruz.

Ben gönüllülük kavramı ile henüz üniversite sıralarındayken Toplum Gönüllüleri Vakfı aracılığıyla tanıştım. Sonrasında Türkiye Kızılay Derneği ve birkaç farklı sivil toplum kuruluşunda gönüllü çalışmalar gerçekleştirdim. Türkiye’de sivil toplum konusunda olumsuz bir bakış açısı var. Gerçi tarihi darbelerle ve toplumsal olaylarla dolu bir ülkede çok garip bir durum değil!

Gönüllü çalışmalarım sırasında bam telime dokunan, yüreğimi titreten 3 farklı olay yaşadım. Sizlere kısaca bu olayları anlamak istiyorum.

Üniversite 1. Sınıftayken İzmir’e yakın bir köy okuluna ziyarete gittik. Amacımız bu okulun yenilenmesi, eğitime daha uygun bir hale getirilmesi gibi bir takım toplumsal hizmetleri yerine getirmekti. Bahsettiğim köy şehir merkezinden uzak bir dağ köyüydü. 2005 yılıydı ve İzmir’in bir köyünde hala su yoktu! Siz düşünün!

Köy meydanında 2 kız kardeş bize çekingen gözlerle bakıyordu. Kendilerine sakız ikram ederek iletişim kurmak istedim. Onların boylarına indim. Kipkirli kıyafetler ve kirden simsiyah olmuş bir çift yüz vardı karşımda. Fakat o kapkara yüz içerisinden masmavi gözler güneş gibi parlıyordu. O kadar korkuyorlardı ki sakıza bile uzanmayıp, koşarak kaçtılar.

İkinci olayı Çocuk Esirgeme Kurumu’nda kalan çocukları bir etkinlik için otobüs ile etkinlik alanına götürürken yaşadım. Küçük bir kız çocuğu beni çok sevmiş olacak ki yanımdan ayrılmıyordu. Bir ara cesaretini toplayıp bana adımı sordu. Hemen adımı söyledim. Suratı asıldı; ağlamaklı bir yüz ve ses tonu ile “Benim babamın adı da Mehmet’ti, o yüzden seni bu kadar çok sevdim sanırım.” dedi. 34 yıllık hayatımda yüreğimin bu kadar parçalandığı başka bir an hatırlamıyorum.

Üçüncü olayı da bu hafta eğitim sırasında yaşadım. Örnek bir sosyal sorumluluk projesinden bahsediliyordu. Cezaevlerinde zorunluluktan kalan çocukları duydunuz mu hiç? Anneleri ceza almış olduğu cezaevinde yaşamak zorunda kalan, hatta gözlerini ilk kez ceza evinde açmış olan çocuklar… Bu çocukları cezaevinden çıkartıp bir yerlere gezmeye götürdükleri zaman yaşananları anlattılar. Gözümün önüne kızım geldi ve yüreğimde bir şeyler titredi.

Bu tip hikayeler gönüllü çalışmalar gerçekleştirenler için bolca olacaktır. Her bir olay yüreğimizi titretecek. Ama bütün bunlar toplumsal sorunlar konusunda daha duyarlı olmamızı sağlayacak. Hatta hayata bakışımızı değiştirecek. Daha iyi bir birey, daha duyarlı bir vatandaş olacağız. Sivil toplum kuruluşlarından neden uzak duralım? Hadi benimle iletişime geçin, birlikte güzel işler yapalım. Güzel hikayeler biriktirelim.

Yazar Mehmet Ortaç

Dijital Pazarlama Uzmanı

https://mehmetortac.com/

2 Yorum

Yorum Bırakın

Bir yanıt yazın

Dolunay

Fırtına