Asalet ve kibirli yapılarıyla bilinen ve Yunan mitlerinde en asil yaratıklar olarak anılan Sentorlar/Centaur (Kentaurlar) yarı insan, yarı at olarak bahsedilen mitolojik varlıklar…
Sevgili Yazarım, senaristim, sanat yönetmenim, onlarca severek izlediğiniz dizide emeği, aktör ve aktriste rengi ile Çerkez kimliğini bağıra bağıra yaşayan gönül dostum Dilek Qudey hanımefendiye ithafen dizeler kurmam gereken yerdeyim.
Bir kül tablasını önüme koyup, “hadi ne gördünse yaz bana” diyerek, eşsiz manzaralı balkonunda yalnız bırakıp sınav ettiği çekirgesine “şımarık bir çocuk sentorsun sen” deyince, aklımın derbeder oluşuna nedenle yazayım dediğim satırlar.
Kim ola ki bu sentorlar? diyerek, bana subliminal okuttuğu onlarca makale ve yayınların ürünü satırlar geliyor…
Her duyduğun, her gördüğün bir mesajdır ve mutlak sorgulayıp, “anlamalısın”dıra inancımdan, uyutmadığı bir gecenin daha sonrası elimde klavyenin uyu artık diyen tuşları…
Çok akıllı bir kadın evet ama neden bana üst perdeden ve ama içerilerden “şımarık sentor” yaftasını koyuverdi ki merakı…
Bir kızgınlık var diyebilirim ama sevgisinden öyle eminim ki incecik ama gözüme gönlüme sokulmak istenen de Kocaman bir mesaj var sanki diyerek kaçışan uyku tanelerim…
İlk cümlede kendimi bulduğum Sentor tanımı ve ardı kesilmeyen sıkılmadan devamını getirdiğim bir fantastik hikayeye hoşgeldin deyiverdim…
“Kendilerini fazlasıyla asil buldukları için kendilerinden başka hiçbir canlıya itaat etmeyecek kadar da kibirli Sentor’lar…“
İşte bu cümleyle başladım ve hepimiz için girişgahın özel ötesi karşılaması ile irkiliverip uyanıverdim.
“Görünüşü atın kafa kısmından insan bedeni ile başlayıp sonrasında at ile devam eden hayran olunası bir beden”…
”Centaur ya da Sentorlar” diye anılan bu mistik canlılar, savaşçı bir topluluk ve atları ile meşhur ülkelerinde yaşarlarmış.
Kendimi bulduğum bir cümle belki bu ama yazmazsam zihninizde canlandıramazsınız kaygısından yazacağım…
“İnsanlarla sürekli savaş halinde ve savaş aleti olarak sadece ok kullanan, bilgiye çok sahip, bilginlere çok saygılı bir mistik varlık.”
Yönetmenim Çerkez, ben Türk milliyetçisi olunca, onu gafil avlayabileceğim en hassas noktayla başlamamın elzemine takılarak, Sentorların aslında Orta Asya’dan gelen Türk topluluklarıyla ilişkili olabileceğine dair iddiaları da sizlere araştırıp bulduklarımı paylaşmanın haklı gururunu yaşayacağım.
Yazdıklarımdan ve sevgili Qudey’in imalarından anladığım kadarı ile bana benzeyen kabulüm yanları varsada, siz her cümlede kendinizi yükleme ekleme zahmetinden uzakta bırakarak okuyun istiyorum.
Herneyse konu Sentorlar ve onların eşsiz bize benzeyen yanları olunca, susup sadece anlatmam gerek artık…
Hadi başlayalım mı?
*Gerçekten okurken sıkılmayacağınız bir dünya size…
*Sentorlar Türk olabilir mi? Tabi ki ilk merak edilen…
Sorunun Yunan Mitolojisinde ki ipuçları; Savaşçı bir topluluk olan Sentorlar, atları ile meşhur ülkelerinde yaşıyorlar.
Bilgili ve gerektiğinde çok saygılıdırlar.
Kahinlik ve yıldızları okuyabilmek gibi değişik güçleri var.
Sagittarius isimli takım yıldız, yarı at yarı insan yaratıklar olan Sentorların kralı Cherion’u temsil ediyor.
Sagittarius ve Cherion’un hikayesi ise mitolojide Herkül’ün anlatıldığı bir mitte şu şöyle anlatılmış;
“Yarı at yarı insan” olan Sentorların birçoğu zalim olarak bilinirler ve öyle yetiştirilmişler.
Cherion ise bu yaratıklardan farklı.
Cherion’u Güneş tanrısı Apollon, Ay tanrıçası Artemis ve vahşi hayvanlar yetiştirmiş.
Bu yüzden Cherion kibar, başkalarını düşünen ve bilgili biri…
Cherion’un yetenekleri ve bilgileri herkes tarafından kabul ediliyor, birçok ünlü kralın çocukları, yeteneklerini ve bilgilerini öğretmesi için ona gönderiliyor.
Bu öğrenciler arasında Herkül’de var.
Herkül yolculuğa çıktığı bir gün yolda çok susayıp Cherion’un yanına uğruyor.
Cherion’dan, evinde sakladığı yarı at yarı insan yaratıklara ait olan şarabı açmasını istiyor.
Cherion da misafirinin bu isteğini kabul ediyor.
Şarabı açınca güzel kokusu memleketin dışına kadar yayılıyor ve bu kokuyu alan Sentorlar büyük bir hışımla eve geliyor.
Sentorlar, kendilerinden habersiz şaraplarını açtıkları için Herkül ve Cherion’a saldırıyor ama Herkül, Sentorların birçoğunu öldürüyor.
Geri kalanını da şehrin dışına sürüyor. Ama Herkül o kargaşada yanlışlıkla zehirli oklarından biriyle Cherion’u da vuruyor.
Sonrasında bu duruma çok üzülüp üzüntüsünü gören Zeus tarafından Centaur yıldızlar arasına yerleştiriyor.
Adı Sagittarius olan bu takım yıldızı, bir erkek vücudunun belden üst kısmıyla bir atın birleşimini temsil ediyor ve Argonaunt’lara yolculukları sırasında rehberlik etmesi için gökyüzüne yerleştirildiğine inanılıyor.
Sentorların, mitolojide sürekli Eski Yunan medeniyetleri ile bir mücadele halinde olduklarının anlatılması bana oldukça garip gelsede vakur duruşlarından dokuz köyden kovulan doğrucu yanlarımızın bir yansıması oldukları düşüncesi bizdenler kısmını besleyiveriyor.
Sentorlara yüklenen kötü özellikler genellikle asi ve savaşa yatkın bir ırk olmaları ile ilgili olunca da Türk yakıştırmasının üzerlerinde ne denli şık durduğunu görmemek imkansız kalıyor.
Yunanlılar mitlerini anlatırken, tabii ki hiçbir karakterin mutlak iyi ya da mutlak kötü olduğundan bahsetmezler.
Bu Yunan tarihi meraklılarının ilk öğrendiği cümledir.
O yüzden bu kadar örselemeleri tuhaf değil malumunuz.
Sadece düşman olarak gördükleri unsurlara genellikle kötü özellikler yüklemiş olmaları ve Sentorları bu kadar tokatlamaları Türk olmalarına dair kanıtları güçlendirmiyor da değil.
Çoğu efsanede olduğu gibi Sentor efsanesinde de gerçeğe dayanan sebeplerin olduğu bilinmektedir.
Sentorların atlarla ilgili olan, at üstünde savaşa giden ve atıyla yatıp kalkan bir toplum olduğunu ve zaman içerisinde ki söylentilerle yarı at yarı insan biçimli yaratıklar oldukları kabulü ile “Türklerle bağlantısı” bu noktada ortaya çıkıyor.
Sentorların atlarla bu kadar iç içe olmaları sonrası onların at adam olarak tasvir edilmeleri, o dönemdeki Türk topluluklarının da atlarla bu kadar iç içe yaşamaları, tesadüfü red noktasında buluşturmuyor mu sizi de?
Zira, Sentor efsanelerinin anlatılmaya başlandığı dönemlerde de Türkler ve Orta Asya Halkları, atları evcilleştirip onlara hakim olmayı çoktan öğrenmişlerdi.
Türklerin o dönemde, zaman zaman Orta Asya’dan batıya doğru akınlar düzenledikleri tarihi bir gerçektir.
Bu dönemde pek çok Anadolu, Yunan ve Avrupa uygarlıklarıyla savaşa da girmişlerdi.
Tarihi kaynaklarda, Türklerin muhteşem biniciler oldukları her milletçe kabulü net bir sonuçtur.
At üzerinde süratle ilerlerken bile “tam geriye dönerek ok atabilmeleri” de bunun en çarpıcı kanıtıdır.
Türklerin savaş sırasındaki at üstünde müthiş ok kullanma kabiliyeti pek çok tarihi belgede ve hikayede de kayıtlıdır.
Savaşlarda dört nala koşan atlar hızla hareket eder ve mümkün oldukça kafalarını öne eğerlerdi.
Uzaktan bakıldığında atın sadece bacakları ve at üzerinde ki Türk savaşçı görünürdü.
O dönemde de atlı savaşçıların bu yüzden Sentorlar gibi göründüğü resmedilirdi.
Türklerin vur kaç taktiğini çok iyi kullanabiliyor olmaları sayesinde, çok az sayıda ki süvari birlikleriyle çok büyük orduları mağlup edebilmeleri, benzerliğin tarih sahnesinde ki en özel kanıtı sayılmaktadır.
At üstünde üstün ok kullanma yetenekleri sayesinde, düşman daha onlara yaklaşmadan savaşı kazanmayı bilen Türklerin böyle anılması ihtimali yüksektir.
Atları savaşta kullanabilmelerinin yanı sıra atların sütünden kımız yapmaları, etleriyle de beslenmeleri, Türkler için vazgeçilmez olan atlar ile bir bütünlük içinde yaşamaları, at üzerinde müzakere etmeleri, hatta gerekirse at üstünde uyumaları, atlarıyla yatıp, atlarıyla kalkmaları benzetmenin doğruluğunun kanıtı gibi…
Yani Sentor efsanesi; at sırtında savaşa giden savaşçılardan ortaya çıkmış bir efsane idi.
Yunan araştırmacıları da, Sentorların aslında “Türklerden yola çıkılarak betimlendiği”ne dair yazılı belgeler sunmaktalar.
Türklerin atları mükemmel bir şekilde kontrol edebilmeleri, muhtemelen onlarla mücadele edenler için doğa üstü bir başarı olduğu ve o dönemin şartlarına göre imkansız olduğunu düşündükleri için olsa gerek, atlarla bu kadar uyumlu olan bir topluluğun, insan olmadıklarını düşünmek istediklerinden ötürü, sentorlar efsanesinin anlatılmaya başlandığına inanmaktalar.
Bu yüzden bu topraklar ve bu tarih sadece bizim için değil tüm dünya için sahip olunası nicelikte.
Anadolu’yu asırlarca ele geçirip yönetmek derinliklerini inceleyip tarihini keşfetmek ve sahip olmak arzusu bu yüzden olabilir mi?
Her karış toprağının böylesine değerli olduğu bir yurtta yaşarken bu kadar bilgisiz bırakılmamız tesadüf mü?
Ben bugün öğrendim bunları ve yarım asıra yaklaşan Kocaman bir ömür geçirdim bu topraklarda.
Sanırım birileri bizden bir şeyler değil çok şeyeler saklamakta.
Çokça okumak çokça gezip anlamak tanımak gerek bu güzel gizemli yurdu.
Öyle çok sırlar var ki bu topraklarda.
Dört mevsimin aynı anda yaşandığı üç tarafı denizlerle çevrili muhteşem bir ülke kısmını aşıp derinlere inme zamanı dedirttin sevgili Qudey…
Mesajın bu kadar derin miydi bilmiyorum ve belki ben hedef saptırarak kendim dışında bir odakla sonlandırıyorum ama…
Senden feyzle öğrendiklerim arasında şimdilik bu kadar kaçabiliyorum.
Teşekkürler hatırlattığın ve öğrenmeme neden olduğun için bilmediklerimi Dilek Qudey…
5 Yorum
Yorum BırakınBir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.
Yazınız çok sürükleyici ve heyecanla okuduğum bir yazı olmuş. Daha önce dikkatimi çekmeyen ve hiç bilgi sahibi olmadığım konuları öğrenmek farklı geldi. Tarihi böyle anlatsalar hep heyecan duyarak okurdum. Teşekkürler.
Ufkunuza ulaşabildiyse satırlarım, ne mutlu bana ??????
ikna oldum, şaşırdım ve çok beğendim tebrikler
??????
Ufkunuza ulaşabildiyse satırlarım, ne mutlu ????