Uzun zaman olmuştu. Unutup gittiğim, harika filmler arasında yeniden izleyip her sahnesinde “hayat ne garip” dedirten sahneler…
Benjamin Button’u izlerken, bu sahne belkide hayatın kısa özetini sunuyor bize.
Her ne yaşıyorsak yaşayalım, önceki sahnede yaşananları “eğer olmasaydı” diye açıklamaya çalışmalarımızı, ulaşabileceğimiz hiçbir akıllı son yokken geçmişi kurcalamalarımızın ne kadar ahmakça olduğunu…
Bizim hikayemizin neresinde, kim, nasıl, ne zaman, nerede dahil olacağını bilmeden, olmasaydılarla fikirdanlığımızı şişirmenin ne anlamı varki? İzlemek daha akıllıca bencede.
Kendinle baş başa olmak, boş kalmak boş olmak gibi, doğruları yada yanlışları önce kendinde bulmak arayışını tamamlamana yardımcı olacak gerçek anahtara sahip olmak gerekmiyor mu?
“Sütten çıkan bütün kaşıklar aktır. Önemli olan içinden çıktığı sütü ak bırakmaktır.” Olması gerekenin taa kendisi işte.
Hiçbir şey önceden iyiyken sonradan kötü olmaz.
Ama her kötü şey zamanla iyiye dönebilir.
“Bir köpek sizi zengin ya da yoksul olsanız da sever, aptal ya da akıllı olsanız da. Bunu size kaç insan söyleyebilir. “Marley And Me”
1900’lerden itibaren bir yandan mülkiyet konusundaki radikal fikirleri nedeniyle ailesiyle arası açılan, diğer yandan aydın Rus gençleri arasında giderek daha çok tanınan Tolstoy, bu iki durumsallıkta, derin bunalımını ve manevi yalnızlığını arttırarak, 7 Kasım 1910’da ailesini terk eder.
Yanına en küçük kızı ve doktorunu alıp yola çıkar.
Ancak birkaç gün sonra Astapovo tren istasyonunda zatürreden ölür.
Öldükten sonra bile cümlelerinin içinde ki akıldanlıkları ile kullanımı bu günlerde sosyal ağlarda gezmeye devam ediyor.
Günümüzde bunca yaşanmışlıklara rağmen, hala Tolstoy gibilerinin cümleleri ile kendimize yol hikayeleri çıkarmaya çalışmamız garip değil mi?
100 yıl önce düşündükleri bugün kendimize vereceğimiz ders cümlelerinin baş köşesinde oturuyor.
“Ne diye şeytana kızarsın? Bir iyilik yap da, o sana kızsın.”
“İnsanı bedenen ameliyat etmek için uyutmak, ruhen ameliyat etmek için ise uyandırmak gerekir.”
Uyanmak, farkına varmak be olup bittiğinin. Koşulsuz kabullenişlerin heyyulasında boğulmadan…
“Öyle horozlar vardır ki, öttükleri için güneşin doğduğunu sanırlar.”a inat ederek güneşin doğmasına neden olmadıklarını hatırlatmak.
“Hayat ne gideni geri getirir, ne de kaybettiğin zamanı geri çevirir. Ya yaşaman gerekenleri zamanında yaşayacaksın, ya da yaşamadım diye ağlamayacaksın.” Zamanı verimli kullanarak akıp gidenlere hayıflanmayacak kadar doyacaksın.
“Bozuk para insanın cebini deler, bozuk insan da kalbini. Bu yüzden harcayın ikisini de gitsin.” İnsanları sev evet ama senden fazla seversen başına gelebileceklerin farkında olmama ihtimaline karşı ayık kalmaya devam ederek.
Herkes insanlığın kötüye gittiğini kabul eder ama hiç kimse kendisinin kötüye gittiğini kabul etmez. Herkes insanlığı değiştirmeyi düşünür ama hiç kimse önce kendini değiştirmeyi düşünmez.” Kendinle başladığın her yolculuk durduğun istasyon ve tanıştığın insanlarla sana yolun kalitesini artırmak için verilmiş bir şans demeyi unutma.
“Varlığı bir şey kazandırmayan insanların, yokluğu hiçbir şey kaybettirmez.” Ve sakın boş insanlarla vaktini boş’una harcama.
“En güçlü iki savaşçı sabır ve zamandır.” Zamanın sabrını yeşerten yanları ile büyümesine izin ver.
“Bir insan acı duyuyorsa canlıdır. Başkasının acısını duyuyorsa insandır.”
“Kendi mutluluğundan başka hedefi olmayan insan kötüdür.” Kötü insanlardan koşarak uzaklaş.
“Kimse, kimseyi küçümseyecek kadar büyük değildir, bilmelisin. Küçümsediğin her şey için gün gelir, önemsediğin bir bedel ödersin.” Bedel küçük dediğinden yediğin darbe ise kalkamayacağını unutma.
Sakın ama sakın; “Birine çamur atmadan önce iyi düşün ve sakın unutma; önce senin ellerin kirlenecek.”
Dedim ya zamanı ve sabrı iyi kullan diyor Tolstoy, kötü tecrübeler yaşayarak hayatı öğrenmeye çalışma. Hazır pişmişi varken kendini yorup yeni dersler çıkarmaya çalışma. “Başkalarının hayatından ders alın. İnsan, bütün hataları kendisi yapacak kadar uzun yaşamıyor.”
İyi söylüyorsunuz da hangimiz nasihatları dinledik. İş işten geçtikten sonra “bu günkü aklım olsaydı” diyoruz. Ders çıkaracak kadar akıllı, fikirli insan çok az. İllaki, herkes kendi dersini kendi almak istiyor. Deneme, yanılma yoluyla hayatı öğreniyoruz. İnşallah yazdıklarınızdan ders çıkaranlar olur.
Kral Nemrud İbrahim peygamber’in ateşte yakılması emrini verdikten sonra meydan yere odunlardan büyük bir yığın yapılmış. Odunları tutuşturmuşlar sonra. Alevler o kadar yükselmiş ki bulutların tutuşacağını sanmış çocuklar.
Korkmuş kaçmış bütün hayvanlar. İbrahim Peygamber’i mancınıkla ateşin tam orta yerine atacaklarmış askerler. Atacaklarmış ki Nemrud’un ne güçlü bir kral olduğunu anlasın, görsün; bir daha ona karşı gelmesin İbrahim Peygamber.
Bu sırada bir karınca ağzında küçücük bir damla su ile koşa koşa gidiyormuş. Hem de boyu göklere varan cehennemi ateşe doğru. Gökte uçan ve gagasında ateşe atmak üzere bir dal parçası taşıyan bir kartal onun bu telaşını görüp sormuş hemen yanına yanaşıp: “Bu acelen niye? Nereye böyle?”
Ağzında bir damla su taşıyan karınca o bir damlayı ellerinin arasına alıp, “Duymadın mı” demiş. “Nemrud, İbrahim Peygamber’i ateşte yakacakmış. İşte ateşin olduğu yere su götürüyorum.”
Bu sözleri duyan kartal kendini tutamayarak uluorta kahkahalarla gülmeye başlamış. “Sen şu ateşe dönüp yüzünü hiç bakmadın mı?” diye sormuş. “Ne kadar büyük. Senin bir damla suyun ona ne yapabilir ki?”
Su taşıyan karınca, “olsun” demiş. “Hiç olmazsa safımız belli olur.”