içinde

Piçle Kendi Künyeni


Yolun biraz ilerisinde Phillip’le karşılaştım, bana nereye gittiğimi sordu.

“Bunu gerçekten merak ettiğin için mi soruyorsun?”

“Merak?”

Yasaklı kelimeyi kullandığımı farkettim bu yüzden susmamız ya da yola çıkmamız gerekiyordu. Susmak ikinci dildir en baba dil, ana dilimizden daha iyi beceririz! Eğer susamıyorsa iki kişi beraber yola çıkmanın zamanı gelmiştir. Yola çıkmak ‘Affet beni ben yasak olan bir şeyi ihlal ettim ama seni ilhak etmek istiyorum.’ demek gibi bir şeydir, seni kendime katmak istiyorum demenin en kısa yolu uzun bir yolculuktur. Şayet yanındaki Phillip’se sadece kalın kafalı dostunu tüm kelimeleri siktir et demenin bir diğer yoludur. Zaten o kızıl saçları gurup vakti yaklaşıp kayboluncaya kadar yanından ayrılmayacaktır. Uzun boylu ve cüsseli bir adam olmak biraz da ahmak bir adam olmayı gerektirir.

Umut körfezine yaklaştık elimdeki sopayı yol boyunca yengeçleri kamçılarken kıskaçlarına kırptırmıştım. Çocukluğumda keşfettiğim bir oyundur ‘sopa kırptırmaca’ nasıl keşfettiğimi bir ara anlatırım. Elimdeki sopa eksilince bir yenisini daha buldum. Kalabalıklar ülkesinde uzun sopaları olur olmaz her yerde bulabilirsiniz. Buradaki insanlar o sopalarla birbirine dokunur dokunur dokunur..!

Körfeze yaklaştıkça Phillip giderek yavaşlıyordu bir ara olduğu yerde çakılıp kaldı. Küçük gözlerini olabildiğince ayırıp baktı. Oysa ben tam bir teslimiyetin bir buğusunu arıyordum gözlerinde.

“Phillip bunu merak ettiğinden emin değilsen dönelim.”

“Dönülecek yer uzak ya da yakın değil öyle bir yer ki tam ortasındayız. Ya şimdi ya hiç…”

Umut körfezine baktığımda Phillip tüm susuşlarını yüzüme dalga dalga vurdu ve bugün ikinci kez daha bir yasağı ihlal etmenin zamanı gelmişti. Eğer Yalnızlık şehrindeysen Umut körfezinde tüm mümkünlerin kıyısında denizi sadece izlersin.

“Ruhum bir tonluk beyaz balina. Adım, annem, babam ve babam… Doğduğum yer, yaşım, kilom, boyum her ne varsa hadi piçle künyemi! Beni Umut körfezindeki denize armağan et eğer vurursam başka bir kentin kıyısına seni yanıma aldırıcam eğer vuramazsam rafa kaldırdığımız tüm merakın tozunu ben silmiş olucam.”

Ben o denizi izlemekle yetinmedim ilk kez kendimi attım, yaşatmak istedim denizde yanan bir tonluk beyaz bir balinayı. Eğer suda bir ateş sönmüyorsa o yer Kalabalıklar ülkesinin Yalnızlık şehrindeki Umut körfezidir. Su bile söndürmez ateşi ateş dahi ısıtmaz soğuk nefesi. Eğer yaşatamıyorsan öldürmelisin, tek kural buydu koyu antoloji kitaplarında.

Hiçbir şeyin bedeninden daha fazla ağır gelebilecek bir ruha bedel bir günahı yoktur derdi Phillip hep, peki öyleyse sen dibe çökerken ben neden ağırlaşıyorum? En güzel dostlar yanılmış olamaz, senin bin tonluk balina ruhun hafiflerken ben neden ağırlaşıyorum Philip?

Bin tonluk balina ruhu olan Phillip’i bugün buraya öldürmek için getirmiştim, özür dilerim saçı güneşe karışan güzel dostum, sen bu dünyanın en güzel aptalısın.

“Çünkü dokunamıyoruz Odin, dokunamadığımız, gidemediğimiz, yapamadığımız, seçemediğimiz her şeyin adı umuttur. Düşündükçe dokunuruz, gideriz, yaparız, seçeriz. Merak ettikçe yaşarız. Bu yüzden bu körfezin adı Umut, tarihçesi ise insan tarihinden eskidir, Tanrılara dayanır. Birgün turist çekmek amaçlı tabelasına tarihçesini yazamayız. Düşünsene ,

“Tanrılar dokunamadıkları, gidemedikleri, yapamadıkları, seçemedikleri her şey için bu Umut körfezini yaratmışlardır. Bir kıtayı ortadan ikiye bölüp sonra üçe beşe ayırıp üstüne de tüm dokunup sevemediği, yapamadığı, gidemediği her şeyi yapabilmeleri için kendi yerlerine insanları seçmişlerdir.”

yazdığımızı… Tanrılar bize kızmaz mı?”

Diye iç geçirdi Phillip.

Bunu da say okuyan arkadaşım bu da bizim üçüncü dilimiz. İç geçirme dili; içini boşaltmış, merakını bir tarafa işkembe gömer gibi koymuş insanların karşısında, düşünenlerin bulduğu bir dil. Ne yazık ki en son o dili bilen insan öldüğünde o dilde unutulacaktır, bundan daha yazık olanı ise düşünen insanların konuşan insanlardan daha az olmasından mütevellit bu dil yeryüzü piyasında alıcısız daha erken kalacaktır.

Atların arkadaşı Phillip’in bir tanrı adı bozması Odin’e bunu söylemesi için Phillip’in de en az onun kadar düşünüyor olması gerekliydi bu dili anlayabilmesi için ve bu yüzden içini geçirdi, geçirdi, geç…

“Eğer vurursam başka bir kentin kıyısına seni yanıma aldırıcam eğer vuramazsam rafa kaldırdığımız tüm merakın tozunu ben silmiş olucam.” demiştim Odin’e o gün. Beni bir Umut’un kıyısına daha getirmişti. Onu da yanıma alacaktım, etti iki umut…

Vurdum bir kıyıya bir şehir göründü uzaktan, girdim içeri, Tanrılar uyuyordu sanki. Biz insanlar sadece kendimizin şeytanı ve meleğiydik. Bunca kızgınlığın sebebi kendimizdik, Tanrılar bize kızmamıştı, bize korkmayı öğretmişti sadece. Ama merak öyle bir şeydi ki herşeyi unutturuyordu, korku da dahil.

O gün Odin sadece benim öldüğümü düşündü çünkü ben Umut körfezinde boğulmuştum onun için. Oysa ben doğduğumda aldığım ilk nefeste umut etmiştim, bu dünya güzel bir yer olmalı diyerek iç geçirmiştim. İnsanların kıyısından döndüğü yeri ben annemin iki bacağının arasından geçerek geçmiştim, kıyıdan dönmeyi bilmiyordum. İçimde umut etmek var oldukça dışardaki su birikintisine Umut Körfezi demek bana uzaktı, bir körfez kadar da yakın.

Odin’ler düşünen, merak eden, umut eden ve birgün buna karşı çıkan karşısındaki her kim olursa olsun “Piçle künyemi!” diyen atların arkadaşı Phillip’leri öldü sanırlar. En kötüsü de aptal olduklarına inanmak zorundadırlar Phillip’lerin. O Umut Körfezi’nin kıyısına kadar gelip atlamamak için buna inanmaları gerekir.

Ben de özür dilerim arkadaşım Odin,seni yanıma aldıramıyorum çünkü umut etmek tek başına yetersiz, merak da etmelisin, merak da yetmiyor, merak ettikten sonra üstüne düşmelisin. Sana bu mektubu yolluyorum o yüzden, eğer birgün yanıma gelmek istersen oku. Böyle demiyor mu Tanrın “Oku!”. Eğer bu mektubu açıp okuyabilirsen, bil ki sadece yeni bir dil öğrenmedin sen.

Atların arkadaşı Phillip.

Yazar ZeynepArslan

7 Yorum

Yorum Bırakın

Dr Gökhan Ürkmez için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

Ağustos Böceği ve Karınca

Sanatın İlkeleri