Yükleme doz ders içeren, günlük dörder saatlik uykuyla geçen üç yoğun günden sonra uçakta sızarım galiba derken Kemal Sayar’ın Olmak cesareti kitabından alınan aşağıdaki sözler aklıma bazı yaşanmışlıkları getirerek beynimi uyandırdı. Önce ne demiş bakıp sonra da neler çağrıştırdığını anın raflarına saklamak istedim.
“Olmak cesaret ister. İçimizdeki boşluktan aşağıya bakabilme cesareti. Muhakkak ki başımız dönecektir. Sendelersek uçurumdan aşağı gideceğiz. Ama bakmazsak da orada ne olduğunu öğrenemeyeceğiz, bizi bekleyen bizi biz yapan şeyi. Her geçen gün ölüme bir adım daha yakınızdır. Kolay mıdır bu gerçekle baş etmek? Kolay değildir elbet ve bu yüzden yiğit kişinin işidir ölmeden evvel ölmek!!!”
Peki neden hiç içindeki boşluğa bakmaz insanlar? Yada bakıp görmezler? Mesela neden hep ilişkilerinde karşı taraf suçludur? Neden her yaptıklarının bir aması vardır yada yapmadıklarının.
Benciller, nankörler, vefasızlar, çıkarcılar nasıl rahat ederler ya da ederler mi? İnsan kendisine ölümün sadece bir adım uzakta olduğunu bilmez mi?
Son zamanlarda yaşadığım bazı olaylar ve duyduğum hikayeler geliyor aklıma… insanlar sevdiklerine yaptıkları yanlışları ya da yapmaları gerekirken yapmadıklarını kendilerine nasıl açıklıyorlar acaba. Düşünüyorum da neyse ki savunma mekanizmaları var. Öyle yaptım çünkü diye başlayan cümleler kurduruyor insana çünkü. Her davranışın mazereti oluveriyorlar birdenbire. Susturuveriyorlar iç çığlıkları. yoksa bazı insanlar yıllarca birlikte yediği içtiği dostlarını düştüklerinde yalnız bırakmayı vicdanlarına nasıl açıklarlardı. Hiç duyulmayacağını sanarak aynı sofraya oturdukları insanların arkasından nasıl konuşurlardı. Evet neyse ki savunma mekanizmaları var. Yoksa tembeller her başarısızlığında suçu başkasına atmasa tembel olduğu gerçeği ile nasıl başa çıkardı.
İnsanları kıskanıp hasetlenmek yerine mazallah çalışmak başarmak zorunda kalırlardı. Düşünün bir kere olmasalardı yanlarında biri göz göre göre haksızlığa uğradığında bin bir türlü bahaneyle susabilirler miydi insanlar mesela? Birisinin acısını görmezden gelebilirler miydi? Borcunu ödemeyip kar sayanlar, sözünde durmayanlar, insanları kandırdığını zannederken asıl kendini kandıranlar hiç ölümü aklına getirmeden bu dünyanın sefasını sonuna kadar sürerler miydi? Gerçekten de iyi ki varlar yahu. Yoksa bu kadar kolay yalan söyleyebilir miydi insanlar. Mevlana’ya kulaklarını tıkayıp insanların eksikleriyle, hatalarıyla eğlenirler miydi?
Kendi çıkarları söz konusu olduğunda doğru bildiklerini değiştirebilirler miydi? Bir yandan insanların kalbini kırarken, ihtiyaç duyduğunda yalnız bırakırken, diğer yandan hiç bir şey olmamış gibi davranabilirler miydi? Üstelik bütün bunlara kendince mantıklı birer açıklama bulup kendilerini aklayabilirler miydi? İçlerindeki boşluğa gözlerini kapayıp yollarına devam edebilirler miydi? Karanlıkla yüzleşme pahasına olmak cesaretini niye göstersinlerdi ki????
Peki şimdi soruyorum size nereye kadar sürebilir bu kendinden kaçış???
Halbuki hepimiz insan olarak bakarsak boşluğumuzdan aşağı amalar çünküler anlamını yitirecek. Hatalarımızla yüzleşmemiz, onları kabul etmemiz, belki de değişim yolunda adımlar atmamız, ilişkilerimizde hatanın birazını sırtlanmamız gerekecek.
Ama bakın görün savunma mekanizmalarının sıkıştırdığı vicdanımız nasıl hafifleyecek…