içinde

Ne Güzel Bir Gün…

Ne güzel bir gün…

Dışarıda hafif serin bir hava. Kapalı mı kapalı. Yağmur da atıştırıyor. Genelde sevilmez böyle havalar. İsteriz ki hep güneş olsun. Tıpkı hayatımız gibi… İnsan kötü ve hüzünlü günleri istemez. Hep güneşli olsun ister hayatı. Aslında güneşli günlerin kıymeti ancak kapalı günlerde anlaşılır. Her gün güneşli olsaydı eğer bir kıymeti olmazdı. 

Evden çıktığımda arabama doğru yürürken biraz ıslandım. Şeker değiliz ki eriyelim. Arabaya biner binmez Spotify listemi açtım. Ama hiçbirini dinlemek istemedi canım. Değişik bir gün çünkü. MFÖ iyi gider dedim. “Bu sabah yağmur var İstanbul’da…” 

2 damla yağmur düşmesin bu şehirde. Nedenini anlamıyorum ama garip bir trafik rehin alıyor her yeri. Şanslıyım ki iş yerim evime çok yakın. Bu yüzden şarkılar hep yarım kalıyor. Yolda giderken bir su birikintisi çarpıyor gözüme. Hemen yanında, kaldırımda karşıdan karşıya geçmeyi bekleyen insanlar var. Onlara kırmızı yanıyor, bana ise yeşil… Yavaşlıyorum, su birikintisinin içerisine neredeyse duracak gibi giriyorum. Arkamdaki arabanın sürücüsü bu durumdan rahatsız. Hemen selektör, hemen korna! Medeniyet buna deniyor güzel kardeşim. Hızla su birikintisinin içerisine girip insanları sırılsıklam mı yapayım yani? 

Bugün bir değişiklik olmasın, o meşhur kahveciye uğrayayım. Her gün olduğu gibi haşhaşlı ve 3 peynirli sandviç ve filtre kahve lütfen. Mis gibi Türk çayı varken nasıl bu hale geldik ben de bilmiyorum. İyice alıştık bu merete. Bunu içmeden uyanamıyorum. Bak gerçekten uyanamıyorum. Öyle hava olsun diye söylemiyorum bu sözleri. Öğle yemeği sonrasında da istiyor insanın canı. Arada da Türk kahvesi. En azından bir noktadan yakalayalım kendi kültürümüzde olanı. 

Masamda Franz Kafka duruyor; Dönüşüm. Gregor Samsa’nın hikâyesi. Bu yaşa geldim, bunca kitap okudum; bu klasikleşmiş esere elim hiç gitmemişti. Şikâyetçi değilim aslında. Arada kendime böyle sürprizler yapmış oluyorum. Hepsini bir zamanlar okuyup bitirmiş olsaydım bu kadar keyifli olur muydu? Sahi siz neler okuyorsunuz bu aralar? Ya da okuyor musunuz? Kitap okuma oranının bu kadar düşük olduğu ülkede kaç kişiyiz acaba? Kaç kişi her gün hiç olmazsa 10-20 sayfa falan karıştırıyor? 

Bugün güzel bir gün. Bir elde kahve fincanı, diğerinde kitap olmalı. Ama biz işimizin başında debeleniyoruz. Geçenlerde bir sohbet oldu. Almanya’dan bahsediliyordu. Herkes çok yavaş çalışılıyormuş. Bizim için birkaç saatlik olan iş onlarda birkaç gün, hatta bazen birkaç hafta sürebiliyormuş. Herkese çok garip geldi tabi. Bu Almanlar tembel midir nedir? Neden hiç kimse Almanya’nın ekonomik olarak bizden ne kadar büyük olduğunu, katma değerli ürün üretme konusunda bizden ne kadar ileride yer aldıklarını düşünmüyor? Düşünmek işimize mi gelmiyor? Biz boşuna debeleniyoruz kardeşim! Bu kadar çok çalışıyoruz da, ne geçiyor elimize sonuçta? Çok çalışmak mı yoksa az ama katma değerli çalışmak mı? 

Katma değerli denilince bu ülke insanın aklına doğrudan KDV gelir. Nasıl gelmesin ki? Son günlerde iyice gündemimize girmeye başladı vergiler. Yakında neredeyse nefes almaya bile vergi gelecek. Başka türlü dolmaz devletin kasaları. Bir ülkede yaşıyorsan, kirasını ödemek zorundasın! Vatandaş olarak vatandaş olmanın gerekliliklerini yerine getirmelisin. Hiç itirazım yok! İsyan ediyorum sanmayın. Makbul vatandaş olmak için kendime karşı ne savaşlar verdiğimi bir bilseniz!

Lafı yine çok uzattım. Bir Cuma yazısı olsun istedim sadece. Her Cuma alışkanlık haline getirmeye çalışıyorum. Aklıma ne gelirse artık. Bazı konular var ki aklımdan hiç gitmiyor. Hatta bazı konular hepimizin aklında. Hiçbirimizden gitmiyor. Senin de gitmesin kardeşim. Bazı konuları hep hatırla. Bazı konuları hiç unutma!

Yazar Mehmet Ortaç

Dijital Pazarlama Uzmanı

https://mehmetortac.com/

Bir yanıt yazın

Hayat Doğrusu

Sen Hiç Aşık Oldun mu?