Gerçeküstücülük, Andre Breton‘un 1924 tarihli Gerçeküstücülük Manifestosu‘yla başlatılabilecek sanatsal ve düşünsel bir avangart hareketidir. Breton’un yeni hareketi, bilinçdışının hayal dünyasını yüceltiyor ve hem bir düşünce biçimi hem de sanatsal bir pratik olarak işlev görüyordu. Gerçeküstücülük öngörülebilir mantığa ve Breton’un “gerçekçi tavır” dediği olguya karşı çıkıyordu. Onun yerine önceden kurulmuş bir gerçekliğin karşısında yer alan düşsel anları kucaklıyordu.
Bir Hareketi Tanımlamak
Gerçeküstücü hareket, Breton’un 1924 tarihli Manifesto’da hareketin belli başlı kavramlarını ana hatlarıyla ortaya koymasından sonra resmen başlamıştır. Özünde bu hareket, gerçekliği sıradan algılardan ve sanatla bağlantıdan koparma peşindedir. Gerçeküstücülere göre, kişinin bilindik gerçekliğe dair önyargılı fikirleri, yürüdüğü yolun üzerindeki engellerdir. Sanatın değerini tam anlamıyla bilmek isteyen kişi bildiğini sandığı her şeyi çöpe atmalıdır.
Sözgelimi, gerçeküstücü ressam Rene Magritte‘in İmgelerin İhaneti (1927-1928) adlı resminde, pipo olduğu apaçık anlaşılan bir imgenin altında “Bu bir pipo değildir” yazısı yazılıdır. Onun pipo olduğu aşikardır, ama Magritte sonra şöyle diyecektir: “Benim pipomu içebilir misiniz peki? Hayır, çünkü o sadece bir temsil, değil mi? Dolayısıyla eğer resmime ‘Bu bir pipodur’ diye yazsaydım yalan söylüyor olurdum. “Diğer gerçeküstücüler gibi Magritte de çoğu zaman muğlak olan çoğul anlamlar yaratmak için alakasız gibi görünen unsurları yan yana koyar.
Gerçeküstücülük Yayılıp Bölünüyor
1930’larda bir sanat biçimi olarak gerçeküstücülüğün ünü Avrupa’da yayılmaya başlamış ve geniş bir izleyici kitlesine ulaşmıştı. Rene Magritte‘in Boşluğun Sesi (1931) ve Salvador Dali‘nin Belleğin Azmi (1931) gibi gerçeküstücü manzara resimleri, gerçeküstücülüğü tanınır hale getirdi. 1936’da hem Londra hem New York uluslararası gerçeküstücü sergilere ev sahipliği yaptılar. 1937’de hareketin yaygın etkisine hürmeten ya da belki de işi şakaya vurmak niyetiyle Max Ernst Gerçeküstücülüğün Zaferi adlı tablosunu bitirdi. 1938’de Paris’teki Galerie Beaux-Arts, farklı ülkelerden altmıştan fazla sanatçı tarafından yapılmış 300 adet gerçeküstücü resim, objeler, kolajlar ve yerleştirmeleri bir araya getirdi.Öte yandan görünürdeki bu başarıya rağmen hareketin içinde bölünmeler söz konusuydu.
Andre Breton, dogmatik ve çoğu zaman dışlayıcı eğilimde biri olarak tanınıyordu. Bu oteriterliğin sonucunda iç münakaşalar patlak verdi ve sonunda grup parçalandı. Sosyal ve düşünsel olarak ön plana çıktığı ilk yıllarında Louis Aragon, Breton’la işbirliği yapmış olmasına rağmen sonradan gerçeküstücülükten uzaklaşmaya başladı. 1930’larda daha siyasi emelleri olan bir sanat formu arayışı içinde, diğer eski gerçeküstücülerle birlikte Fransız Komünist Partisi’nin aktif üyesi oldu ve 1932’de Devrimci Yazarlar ve Sanatçılar Birliği’ni kurdu. Diğer yakın bir işbirlikçi olan şair Paul Eluard, Fransız Komünist Partisi’ne katılmak için gruptan ayrıldığı 1940’ların başına kadar üyeliğini sürdürdü.
Gerçeküstücüleri, altta yatan asıl meseleyle yüzleşmek yerine yüksekten uçma arzusuna çok fazla vurgu yapan “İkarus kompleksi“ne sahip olmakla suçlayan Georges Bataille, gerçeküstücülüğün yüksek ile alçak arasındaki zıtlığa katı bağlılığından büsbütün uzaklaşmayı istiyordu. Bataille‘in düşünce biçimi “temel materyalizm” olarak tanınacaktır.
Gerçeküstücülükten kopan diğer bir ünlü sima da İsviçreli heykeltıraş Alberto Giacometti idi. İkinci Dünya Savaşı’nın sonrasında kadar gerçeküstücülükten resmen kopmadıysa da 1930’ların ortasında sanatı, gerçeküstücü düşsel imgelem ve onun soyut biçimlerinden uzaklaşmaya başlamıştı bile. Onun yerine eserleri figüratif temsillere giderek daha çok bağlanıyordu. Neredeyse yokluğun eşiğine gelecek şekilde figürü uzatıp germesi (sonradan çıplak gerçekçilik diye bilinecek) Giacometti’nin sanatsal pratiğindeki değişimin nişanesi oldu.
Gerçeküstücülük, 1930’larda zirve noktasına çıktıktan sonra, savaşın patlak vermesiyle savaş halinin gereklerini, sanatsal ve düşünsel üretimi gölgede bıraktı. Savaş sonrası dönemde örgütlü bir hareket olarak gerçeküstücülük Avrupa ve Amerika kaynaklı yeni sanatsal formlar ve düşünsel akımların yükselişiyle sönmeye devam etti. Breton’un 1966’da ölmesiyle birlikte gerçeküstücülüğün belli bir dönemi sona ermişti aslında. Öte yandan bu akım, 1950’ler, 60’lar ve 70’lerin Sitüasyonist Enternasyonel gibi sanatsal toplulukları ve Louise Bourgeois gibi münferit sanatçıları derinden etkilemeye devam etti.
Aynı şekilde, kadınlar genellikle akıldışı olanın psişik temsili olarak görüldüğünden, çoğunlukla bilinçaltının sıradan şeyler üzerindeki rahatsız edici gücüyle, bilinçaltının “karanlık” tarafıyla ilişkili olarak tasvir ediliyorlardı. Diğer yandan kilise, devlet ve aile gibi toplumsal kurumlara karşı gerçeküstücülüğün savaşında, Frida Kahlo ve Claude Cahun gibi bazı gerçeküstücü kadın sanatçıların gözünde, gerçeküstücülük orta sınıfın evlilik, aile hayatı ve annelik gibi dayatmalarından kurtulmanın daha özerk ya da bağımsız öz-temsiller yaratabileceklerine de inanıyorlardı. Gerçeküstücülük, bir grup kadın sanatçının dişi öznelliğini keşfedip dişil imgeleme bir biçim verdikleri ilk modernist hareket oldu.