İnternetin, cep telefonun olmadığı bundan 30 yıl kadar önce öğretmenlerimizin bize verdiği şimdilerde performans ödevleri diye geçen dönem ödevlerimizi yapmak için bulunduğumuz ilin en büyük kütüphanesinin kapısını çokça çalmışlığımız vardı.
Üniversite yıllarında kütüphane rafları arasında tanıştığım ve 20 yıldır görüştüğüm arkadaşlarım olduğunu söylemeliyim. O koku insanı rahatlatıyor gerçekten ve bir gün eğer gerçekten emekli olursam yapacağım tek iş sanırım bir kırtasiyeci dükkanı açmak olacak. O silgi, o kalem, o defter-kitap kokusu hep beni çekmiştir kendine…
Neyse lafı dağıtmayayım efendim… Çocuk yaşlarda gittiğimiz kütüphanede aradığımız ödevi raflardan aldığımız kalın ansiklopedilerden açıp bulacağımız sayfalar hep yırtık olurdu. Alfabetik sıraya göre baka baka tam aradığımız sayfaya geliyoruz yırtık… Başka bir ansiklopedi yine arama tarama tam aradığımız sayfa yırtık…
O zamanlar haylaz çocukların yaptığını düşünmüş ve çok kızmıştım onlara ama şimdilerde çok kızmıyorum. Teknolojinin nimetlerinin var olduğu; ama kullanmayı bilemediğimiz yıllardı o yıllar. Düşünün ki bir fax makinasının naylondan örtüsü her işi bittiğinde üstüne çekilirdi. O kadar değerliydi ki siz anlayın. Arabaların da üzerine çekilen kılıfları vardı eskiden… Şimdilerde görenimiz var mı?
Kütüphanede fotokopi çekmek yasaktı. Oturup kendi defterine yazmak zorundaydın. Tabii eve gidip dolma kalemle çizgisiz parşömene mürekkep damlatmadan temize çekmek zorundaydın. Altına çizgili bir parşömen koyup eğri yazmamaya çalışırken daha ellerimiz kurşun kalemi tutacak kadar gelişmemişti bile. Bunu bir ben değil şimdiki pedegoglar söylüyor… Bir okka bir divit bir kurutma kağıdı dediğimde aklınıza bir şeyler gelmiyorsa sanırım ne kadar uğraşsam da sizlere anlatmayı başaramayacağım.
Dolayısıyla öğrenci koparıyordu o sayfaları… Çünkü evinde belki defalarca mürekkep damlatarak eğri yazarak veya yapmaması gereken bir şeyi yaparak zaten defalarca o ödevini tekrar tekrar yazmak zorunda kalacaktı. Ah o fotokopi makinası yok mu? Ömrümüzü yemiştir. Üniversitede hatırlıyorum da hiç kitabımız olmamıştı neredeyse… ep fotokopi kağıtlarından çalışmıştık derslerimize. O makinanın başında otobüs beklediğimiz vakitten çok beklemişizdir.
Sonra ne mi oldu efendim? Gazeteler verdi ansiklopedileri. 30 kupon biriktiren herkes kendi ansiklopedi kütüphanesini oluşturdu. Hala eski evlerde görmeniz mümkündür. Tabi 30 sene içinde hepsi güncelliğini yitirdiler. Evlerimizin dekorasyonu olarak kaldılar. Elbette sayfaları tam olarak.
Sonrasında copy-paste denilen kopyala yapıştır çıktı efendim. İcat edenden Allah razı olsun her seferinde hayat kurtarmıştır:)
Ne kütüphane kaldı efendim ne ansiklopedi… Yırtık sayfalar bizi araştırmacı bir birey olmaya itti ve karşınızda şimdilerde size oradan buradan lakırdı edip duruyor…
Fotokopi makinası denen bu kopyalama makinası matbaa makinasının icadı gibi tesir etmiştir efendim bizlere.