“Kara Kitap” yayımlandığı andan itibaren ciddi polemiklere yol açmış. Kimi yerin dibine sokmuş kimi de göklere çıkarmış. Nobel jürisi başkanı yazarın en çok bu kitabından etkilendiklerini 2006 yılında ödülü duyurduklarından hemen sonra açıklamış. Öte yandan sivri dilli İngiliz bir eleştirmen böyle sıkıcı bir kitabı yalnız Fransızların sevip okuyabileceğini yazmış alaycılıkla.
Sanırım ben de İngiliz eleştirmene katılmaktayım. Kitabı okurken bir çok kereler “Fransız kaldım.” deyiminin hakkını verdim. Zorla bitirdim kitabı diyebilirim. Hatta çok nadir yaptığım bir şey yaparak araya başka kitap sıkıştırıp okudum. O kadar yordu ki beni kitabın kahramanı Galip kadar yorgunum şu an.
Zaten ben “KAR” kitabı dışında Orhan Pamuk kitaplarını zevkle okuyan bir okur da değilimdir ama neredeyse hepsini de okumuşumdur kitaplarının. Kendime niye bunu yapıyorum onu da bilmiyorum.
Kitabın konusuna gelince:
“Galip” Nişantaşı Teşvikiye Caddesi’nde tuhaf bir mutsuzluk ve korku duygusuyla yaşayan, günün birinde çok sevdiği karısı Rüya tarafından ansızın terk edilen, İstanbul’da karısını aradıkça hiç hesapta olmayan işlere karışan, karısı Rüya’ya ulaşmak için Rüya’nın üvey abisi ünlü köşe yazarı Celal Salik’in evine yerleşerek onun köşe yazılarındaki şifrelerden karısına ulaşmak isteyen bir avukat.
Galip bu amaçla çıkıyor yola ancak hikaye derin bir kişisel amaç ve anlam arayışına dönüşüyor. Hayatını sorgulamaya başlıyor. Kim olduğunu kim olmak istediğini bulmaya çalışıyor.
Celal Selik’in evinde çözülmeyi bekleyen bir sürü fotoğraf ve yazı geçiyor eline. Bu fotoğraflardan yüzleri okumaya, hangi yüzde hangi anlamın barındığını anlamlandırmaya çalışıyor. Kendi yüzüne dönüyor sonra sıklıkla.” Yüzüm ne anlatıyor?” Aslında Galip hep kendini arıyor. Çocukluğundan beri kıskandığı Celal’deki özgüveni, çalışkanlığı başına buyrukluğu ve yalnızlığı arıyor.
Yazar kitabın bu arayışının içine İstanbul sokaklarındaki telaşı, hüznü, gizemi de katıyor. Kısa kısa hikayeler de ekliyor akışa. Kitabın bence en cezbedici yanı bu kısa hikayeler. Okuru ayakta tutan, ilgisini çeken hikayeyi canlandıran, kitabı okunur yapan yerler buralar. Ansızın başka bir konunun içinde buluyorsunuz kendinizi. Zaten Orhan Pamuk’un tarzı da bu değil mi? İç içe geçmiş hikayeler ve ters köşeler…
Nihayetinde Galip’in hikayesi çözülüyor, kendine varıyor, anlamlanıyor. Kitapta Galip kendi ile yüzleşiyor.
Kitabın edebi değerini tartışamam haddim değil. Belki ben Orhan Pamuk romanlarını okuyamıyorumdur. Yalnız şunu da buraya eklemeliyim Pamuk kendisi bile yazarken hiç bitiremeyeceğini hissetmiş kitabı.
Şimdi yazımı sonlandırırken fark ettim de zorla bitirmiş olsam da anlamışım kitabı, özümsemişim. Demem o ki; kitapla ilgili karar sizin. Göklere de çıkarabilirsiniz Nobel jürisi gibi, sıkıldım da diyebilirsiniz okumayı çok seven benim gibi.