Aradan geçen 12 yıl… Ama hala dinlenen ve her dinlenişinde içimizi cız ettiren, geç bulup kendi deyimiyle “fiyakalı hastalık”tan erken kaybettiğimiz, hepimizin mutlaka en az bir şarkısında anısı olan, Karadeniz’in hırçın çocuğu Kazım Koyuncu aramızdan ayrıldığında sadece 33 yaşındaydı. Yaşasaydı bugün 46. yaşını kutluyor olacaktı. Ama o, geride ölümsüz eserler bırakarak gitti, bir şey demedi, arkasını dönmedi, şikayet etmedi. Gitti…
“Bir şey ürettim ben, üç beş kişilik değil, sevgi denen şey herhalde.”
“Savaşın ne kadar kötü bir şey olduğunu anlamak için savaşmak zorunda değiliz…”
“Bütün dünyanın, bütün toprakları hepimizindir. Bütün şarkılar, dünyadaki tüm insanlarındır. Tüm topraklar da memleketimizdir.”
“Birbirimizi anlamamız için, aynı dili konuşmamıza gerek yok, ezildikten sonra, hepimiz aynı şarabız…”
“Bana diyorlar ki çok mütevazi bir insansın. Aslında hiç mütevazilikle açıklanacak bir şey değil. Hayat zaten ne olabilir ki yani? Hava aynı hava. Bir yerde biraz kirli, bir yerde biraz temiz, vesaire… Yağmurlu ya da güneşli… Hayat, bir hayat yani. Bunun için çok fazla bir artistliğe falan gerek yok. İnsana güç veren şey kendi istediklerini yapmak. Kendi olmak.”
“Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya.”
“Ne hoş bir güzelliği vardır, hafif adımlarla dünyadan gülümseyerek geçenlerin…”
“Kumral bir çocuğun yaz öyküsü bu; şarkılarla geçtim aranızdan.”
“Ben nerden bilecektim ki; Ölümün ince belli bir bardak çayla dudak arasında olduğunu.”
“Yaşam ne kadar yakınsa ölüm de o kadar…”