İstanbul’un her semtinde ayrı bir yer, her yerinde ayrı bir güzellik var… Onlardan biriyle karşınızdayız bu kez de. Belki de tatilde olan çocuklarınızı gezdirmek için bir alternatif arıyorsunuzdur.
O zaman iyi okumalar…
Yemyeşil bahçesi, bol gölgesi ve unutulmaz anılarıyla Adile Sultan Kasrı…
Validebağ Korusu’nda bulunan bu kasır tarihi dokusuyla değil de Hababam Sınıfı’na ev sahipliği yapmasıyla yazımıza konu olmuştur.
Rıfat Ilgaz’ın ölümsüz eserinden sinemaya uyarlanan ve 50 kere seyretsek de sıkılmayacağımız, hem eğlenceli hem düşündürücü, bazen duygusal , bazen komik, bizden kesitler bulduğumuz bu sınıf bir çeşit müze haline getirilmiş.
Tam anlamıyla müze demek uygun değil, zira kullanılan eşyalar muhafaza edilmemiş ama yine de o sınıfa girdiğinizde her köşesinde filmden bir sahne canlanıveriyor gözünüzde.
İlk o meşhur merdivenlerden başlayalım; Hafize Ana’nın zil çalarak indiği, toplu fotoğraf için kullanılan o merdivenler… Dili olsa da onlardan dinlesek Hababam Sınıfı maceralarını.
Mahmut Hoca’nın “Okul sadece dört tarafı duvarlarla çevrili, üstünde damı olan yer değildir. Okul bağdır, bahçedir, ormandır, her yerdir… Okulda insan yaşamayı, mücadele etmeyi, doğa ile savaşmayı öğrenir. Bilgili olmayı, en önemlisi kendine karşı saygıyı öğrenir. Bunlar eğer bir okulda yoksa, orada sadece bir taş yığını vardır.” dediği sahne uçuşuverir zihninizde.
Halit Akçatepe’nin ölümüyle birlikte 3 büyük isminin artık hayatta olmadığı bu baş yapıt Türk sineması için bir efsanedir.
Her ne kadar kitaba çok sadık kalınmasa da filmde gördüğümüz, sevdiğimiz ve benimsediğimiz bütün karakterlerin müze haline dönüştürülmüş sınıfta, sıralarında fotoğraflarını görüyoruz…
Sınıfa girdiğinizde gözünüze çarpan ilk şey Kemal Sunal maketi mi desem heykeli mi desem bilemedim.
Sanırım önceden Hafize Ana (Adile Naşit) ve Mahmut Hoca (Münir Özkul) maketleri de varmış ama bizim gittiğimizde onlar yoktu; sadece İnek Şaban vardı.
Ve bir eleştiri; balmumundan yapılsaydı, belki de daha özenilerek yapılsaydı çok daha güzel olurdu üç boyutlu halleri.
Bir de sobanın içinden çıkan bir adet ‘Güdük Necmi’ kafası görüyorsunuz ve ister istemez gülüveriyorsunuz o anda. Kopya çekmek için ne zahmete giriyorlardı gariplerim.
Kapının yanında bir iskelet duruyor, kulağınıza da şöyle bir ses geliyor… “Yaw hocam ne hale gelmişsiniz görmeyeli, kemikleriniz sayılıyor valla.” Kül Yutmaz da karşıdan bakıyor iskelet haline 🙂
Sınıf içerisine Hababam Sınıfı ile özdeşleşmiş o melodiyi vermişler ki bu da çok güzel bir hava katmış oraya.
Öyle bir müzik ki duygusal sahnelerde de hareketli sahnelerde de kullanılan, sadece ritminin değiştiği, yılların eskitemediği müzik…
Kolay kolay çıkmak istemiyorsunuz içerden, küçücük bir alan ama baktığınız her anda mutlu eden ayrı bir tat var içerde.
Geliştirilmesini umarak ayrılıp arka bahçeye gidiyorsunuz; hani Mahmut Hoca’nın kapıda beklediği ya da Hababam’ın maç için kaçtığı Veysel Efendi’nin kapısının olduğu tarafa…
Orda da ayrı sahneler sizi bekliyor hafızanızda canlanmak için…
Tabi karşınıza fotoğraf çektiren gelin ve damat çıkmazsa siz de hemen yerinizi alıveriyorsunuz o merdivenlerde…
Müze hafta içi her gün 08.00-17.00 arası cüzi bir fiyatla (yanlış hatırlamıyorsam 2-3 lira bir şeydi) ziyarete açıktır.
Onlarla aynı havayı solumak istiyorsanız, bir de kasırda bulunan öğretmenevinde ya da bahçesinde soluklanmak istiyorsanız, burası tam size göre.
İyi gezmeler…
O zaman şimdiden iyi gezmeler size…Beğeneceğinizi umarım.
Sayenizde rotaya dahil ettim. M. Büyük