Merhaba arkadaşlar, uzun süre ara verdiğim seyahat yazılarıma, 3 yıl önce çok güzel bir hafta geçirdiğim, Japonya’nın başkenti Tokyo ile devam etmek istiyorum.
THY ile İstanbul Atatürk Havalimanından, Tokyo Narita Havaalanına uçuş yaklaşık 11.5 saat sürüyor. Bunun üzerine, Japonya ile Türkiye arasındaki 6 saatlik zaman farkını da ekleyince 17,5 saatimiz yolda yolda geçmiş gibi oluyor. Saat 02:25 uçağıyla gittiğimizi düşünürsek, yerel saat ile 19:55 de Tokyo’ya inmiş oluyoruz ve gündüzü havada geçirerek, gece karanlığında binip, akşam karanlığında inerek adeta bir tam günü yolculukta geçirmiş gibi hissediyoruz. Narita Havaalanının şehir merkezine uzaklığı 60 km olup, çok sık aralıklarla kalkan metro, tramvay, tren gibi vasıtalar ile kolaylıkla ulaşabiliyoruz.
Uzakdoğu ülkeleri bana Avrupa ülkelerinden çok daha ilginç geliyor. Kültürleri, şehirleri, yemekleri ve fiziksel özellikleri bakımından batıdan tamamen farklı medeniyetler olmasının yanında, kendi aralarında da çok farklı özelliklere sahipler.
38 milyonluk nüfusu ile dünyanın en kalabalık şehrine giderken insan ister istemez trafik, ulaşım, kalabalık gibi konuları merak ediyor. Ancak, gelişmiş bir toplu ulaşım sistemi sayesinde hiçbir sorun yaşanmadığını belirtmek gerekiyor. Bu arada, Tokyo’da trafiğin Türkiye’dekinin tersine, soldan aktığını önceden belirteyim. Çünkü insan genel alışkanlıkla karşıdan karşıya geçerken yanlış yöne bakıyor ve her an ezilme tehlikesiyle burun buruna gelebiliyor.
Şehirde müthiş denebilecek bir ulaşım ağı olduğunu zaten gitmesek de hepimiz yıllardır duymuşuzdur. Kimisi yerin altından, kimisi yerin üstünden çok yaygın bir raylı ulaşım ağı bulunuyor. Herbiri farklı şirketler tarafından işletilen birkaç ulaşım sistemi var. Şehir merkezindeki herhangi bir noktadan yaklaşık 300-400 metre sağa-sola-aşağıya-yukarıya doğru yürüdüğünüzde neredeyse bu dört yönün her birinde bir metro-tramvay istasyonu bulmanız mümkün diyebilirim.
Metro hattının haritası üzerinden bir örnek vermek gerekirse; Daimon istasyonundan Kiyosumi-Shirakawa İstasyonuna gitmek istersek, öncelikle Daimon’dan turuncu renkli Asakusa Line hattını takip ederek, Nihombashi’ye kadar gelinir. Burda mavi renkli Tozai Line hattına geçilir ve Otemachi’de inilerek, istasyondaki mor renkli hat takip edilerek Hanzomon Line’a aktarma yapılır ve burdan binilen tren ile Kiyosumi-shirakawa’ya gelinir. Bu arada, aktarma yapacağınız istasyonda, indiğiniz perondan, bineceğiniz perona geçebilmek için bazen istasyon içinde 500-600 m. yürümek ve defalarca merdivenlerden inip çıkmak zorunda kalabiliyorsunuz. Haritadan görüleceği üzere bir yerden başka bir yere gitmenin o kadar çok alternatifi var ki, nasıl gideceğinizi sorduğunuzda, Türkiye’deki gibi hemen bir cevap alamıyorsunuz. Cep telefonlarında yüklü programlara veya haritalara bakmadan cevap vermeleri pek mümkün olmuyor.
İnsanlara bir soru sorduğunuzda size yardımcı olabilmek için adeta seferber oluyorlar. Bu konuda yaşadığım o kadar ilginç anılar var ki; mesela birinde, bir markete girerek kasiyere adres sordum ve kasiyer genç, kasayı bırakıp bana binaya kadar eşlik etti. Bizim ülkemizde bu yaşıma kadar hiç rastlamadım. Başka bir sefer ise, adres sorduğum yeri bana anlatan insanlara kulak misafiri olan bir genç, onların yanlış anlattıklarını farkettiğinde, ben anlatılan yere doğru giderken yanıma gelip, yanlış anlattıklarını söyleyip doğrusunu tarif etti.
İnsanların birbirlerine ve çevrelerine karşı ne kadar saygılı ve yardımsever olduklarını görünce, “keşke biz de böyle olabilsek” demekten kendimi alamadım. Japonlar, gerek kişisel temizlik konusunda ve gerekse herkesin kullanımına açık alanları bile evleri gibi özenli ve temiz kullanmaları konusunda beni kendilerine hayran bıraktılar.
Tokyo ulaşım haritası
Tokyo’da çok lüks oteller hariç, otel odalarının küçüklüğü gerçekten dikkat çekiyor. Odalarda yatakla eşyalar arasında zor hareket ediyorsunuz. Kaldığım bütün otellerde tek kullanımlık terlik ve kimono benzeri yatak kıyafeti standart olarak verilmekteydi. Ve yine çok fazla otel değiştirdiğim halde değişmeyen şeylerden birisi de küçücük odalarda mutlaka yemek yapmanıza imkan sağlayacak elektrikli ocak, tava, tencere vs. olmasıydı.
Japonya’da çok fazla deprem olduğunu da belirtmem gerek. Bir günde 4-5 kez deprem yaşamak sıradan bir olay. Tabi benim bu duruma alışmam birkaç gün sürdü. İlk gün büyük bir sarsıntı ve gürültü ile uykumdan uyanıp, nereye doğru koşsam diye düşünürken, sonraki günler, alışmanın verdiği rahatlıkla, yataktan bile kalkmayıp, uykuya devam ediyor insan.
Bir hafta içinde 4-5 kez otel değiştirdim. Apart otel, hostel ve kapsül oteller de buna dahil. Aralarında en ilginç olanı, Tokyo’da oldukça yaygın olan kapsül otellerden biriydi. Kapsül otel odaları, resimden de görüleceği gibi 1x1x2 metre boyutlarında küçük bir kutudan ibaret. Banyo, tuvalet ve soyunma odaları ortak olup sadece yattığınız kutular ayrı. Herbir kapsülde lcd tv, priz, lamba, havalandırma, yastık ve yorgan bulunuyor. Odanıza yürüyerek girme imkanınız maalesef bulunmuyor, odanıza dışardan ancak sürünerek girebiliyorsunuz. Burada yine temizlik ve hijyen konularında hiçbir problem yaşamayacağınızı belirtmekte fayda görüyorum.
Kapsül otel
Orda tanıştığım Japonların anlattığına göre, Japonya ile özdeşleşen şeylerden birisi de Sakura (kiraz çiçekleri). Maalesef ben birkaç hafta ile sakura mevsimini kaçırmıştım. Mart sonu Nisan başı gibi açan sakuralar, yaklaşık iki hafta sonra en sağlıklı ve canlı göründükleri bir dönemde, solmadan dökülürler ve yerde solarlarmış. Bunu da, en sağlıklı döneminde bile ölümün insanı bulabileceği şeklinde yorumluyorlar. Sakuralar, bu yönüyle Japonların efsanevi kahramanları samurayların her an ölümle burun buruna olmalarına da benzetiliyor. Ben Tokyoda bulunduğum zaman sakura mevsimi o an için Tokyo’da bitmişti fakat, anlatıldığına göre Japonya’nın kuzeyinde devam ediyormuş. Sakuralar ilk olarak adanın güneyinden açmaya başlıyorlar ve açma zamanları kuzeye doğru devam ediyor. En kuzeyde sakuralar yeni açarken, güneyde çoktan dökülmüş ve solmuş oluyorlar.
Fuji Dağı
Tokyo modern yapılarının yanında geleneksel mimariyi de korumaya çalışmış, çok güzel parkları ve bahçeleri de barındıran bir şehir. Şehrin geleneksel mimarisiyle ve yöresel alışverişle ilgili görmeye değer yerlerden en ünlüsü Asakusa. Burada ziyaretçi akınına uğrayan bir budist tapınağı bulunuyor. Ayrıca, Asakusa ve etrafında; yelpaze, kimono vs. gibi hediyelik yöresel ürünler satan küçük dükkanlar ve yöresel yemekler sunan lokantalar mevcut.
Asakusa Tapınağı
Hediyelik eşya dükkanları (Asakusa)
Üzerinde kimonosu ile yöresel kıyafetler satan bir genç kız (Asakusa)
Asakusa’ya kadar gidip de bir fotoğraf çektirmemek olmazdı☺
Lokantaların vitrinlerinde genelde yemeklerin örnekleri ve fiyatları da yer alıyor.
Her ne kadar balıklar çok güzel kızarmış görünseler de, karınlarının yarılmamış, yani temizlenmemiş olduklarını farkettiğimde yemekten vazgeçtim.
Market raflarında sıkça karşılaşabileceğiniz kurutulmuş deniz ürünlerinden birisi.
Japonya’ya giderken özellikle başka ülkelerde deneyip de yiyemediğim suşi yi belki anavatanında yiyebilirim diye düşünmüştüm ama yine başaramadım. Uzakdoğu’da genelde batı tarzı restoranlar veya Mc Donald’s, KFC veya Pizza Hut gibi fast food zincirleri benim için vazgeçilmez oluyorlar. Bazen bunları bulamadığım yerlerde, en kolayı balık yemek. Türk lokantası bulmak bazen şans gibi görünse de, bu lokantalarda da alışkın olduğumuz tadı bulamıyoruz. Özellike çok hareketli gece hayatı ile ünlü Roppongi bölgesinde caddeye girer girmez gözüme çarpan Türk Bayrağına doğru yürüdüm ve karşıma Kastamonuluların işlettiği bir Türk lokantası çıktı. Hemen yanıbaşlarında başka bir Türk lokantası daha vardı. Dünyanın öbür ucunda Türkçe konuşan, Türk yemekleri yapan, Türk Bayrağı asan bir yer görmek doğrusu insanın içini ısıtıyor.
Bu arada, Tokyo’da büyük bir Türk Camisi olduğunu da belirtmeliyim. Oyamachu Bölgesinde bulunan camiyi çok istememe rağmen gidip görmek kısmet olmadı.
Akihabara Bölgesi
Japonya ya gidip de elektronik alışverişinden bahsetmemek olur mu hiç. Bunun için en uygun yer Akihabara bölgesi. Çok çeşitli elektronik ve hediyelik eşyaların satıldığı büyük işhanları ile dolu bir bölge. Japon markalarını çok hesaplı bulabileceğimi düşünerek gittiğim Akihabara’da çok ilginçtir ki tam tersi, kendi markalarının yabancı markalardan daha pahalı olduğunu gördüm. Ayrıca birçok Elektronik ürün markasına sahip olup, kendi ülkelerinde üretim yapıyor olsalar da, Çin’deki fiyatların çok üzerinde olması beni çok şaşırttı.
Akihabara Bölgesindeki Elektronik Eşya Dükkanları
Kokyogaien Milli Parkı
Tokyo’da bulunan çok sayıdaki park ve bahçelerden bana en yakın olanı, içerisinde Imperial Palace (İmparatorluk Sarayı) da bulunan Kokyogaien National Garden Milli Parkı idi.
Kokyogaien Milli Parkı ve içindeki İmparatorluk Sarayının haritası
İmparatorluk Sarayının Bahçesinden Bir Manzara
Birçok ülkede botanik bahçelerinde veya parklarında da sıkça rastlayabileceğimiz ünlü Japon bahçelerine örnekler
Ueno Park
Bir başka ünlü ve çok büyük parkı ise Ueno Park. Yürüyerek gezmek saatlerimi almış olsa da, hiç sıkılmadım. İçinde çok büyük bir hayvanat bahçesi, eski tapınaklar, müzeler, heykeller, müzik okulu, yöresel ürün dükkanları vs. bulunan ve mutlaka görülmesi gereken yerlerden birisi.
Ueno Park Haritası. Haritadan da görüleceği üzere, park içinde sanat müzesi, bilim müzesi, batı sanatı müzesi gibi birçok müze bulunuyor
Daha çok Ota Nanpo adıyla bilinen ünlü Japon yazar ve şair Shokusanjin anısına dikilmiş bir anıt (Ueno Park)
Fotoğraflarının çekildiğinden habersiz bir şekilde, Ueno Park içindeki göllerin güzelliklerini izleyen japon kadınları. Japonlar güneş altında kalmayı çok sevmiyorlar ve sadece yağmurlu havalarda değil, güneşli havalarda da şemsiylerini yanlarından eksik etmiyorlar. Daha sonra fotoğraflarını kendilerine gösterdiğimde çok beğendiler.
Ueno Park’ta karşılaşabileceğiniz onlarca heykel bulunuyor
Ueno Daibutsu adıyla bilinen bir Buda heykeli
Parkta gezintiye çıkan Japon kızları ☺
Ueno Park içinde bulunan bir Budist Tapınağı
Ueno Park’tan kareler
Tokyo’ya gidip de Skytree’den bir Tokyo manzarası izlememek olmazdı. Her ne kadar TV-Radyo yayını amacıyla kurulduğu söylense de, özellikle Doğu Asya ülkelerinde, yüksek yapı yapmak bir prestij göstergesi olarak kabul ediliyor ve bu yarış hiç bitmiyor.
Tokyo Skytree
En yüksek noktası 634 m. yükseklikte olup, dünyanın en yüksek kulesi ve dünyanın 2. en yüksek (1. Burj Khalifa-Dubai) yapısı olma özelliği taşıyor. 350. ve 450. Metrelerde 360 derece panoramik şehir manzarası izleyebileceğiniz seyir terasları bulunuyor.
Skytree’den Tokyo manzarası.
Skytree, havanın berrak olduğu günlerde, şehrin her yerinden görülebilecek büyüklükte bir yapı.
Japonya’nın ikinci yüksek yapısı ise, 1958 yılında inşa edilmiş olan Tokyo Tower. Bu yapı şu ana kadar 150 milyon turist tarafından ziyaret edilmiş ve bir nevi pabuçu dama atılmış gibi olsa da hala ziyaretçilerin ilgi odağı olmaya devam ediyor.
Tokyo Tower
Japonya da gezerken yine dünyaca ünlü kağıt katlama sanatı (origami) ürünlerine sıkça rastlamak mümkün, bunlardan birkaç güzel örneğin fotoğrafını sizin için çektim.
Tokyo’da sıkça rastlamanın kaçınılmaz olduğu origami örnekleri
Sokaklarda gezinirken objektifime takılan birkaç fotoğrafı da sizlerle paylaşmak istedim.
Jack Sparrow karakterine benzetilmiş Cat Sparrow
Çekik gözlerin çocukların masumiyetlerine kattığı sevimlilik
Güneşten korunmak için farklı yöntemler kullananlar da var
Ueno Park’tan bir kare
Son olarak keyfinize ve kesenize göre alışveriş yapılabilecek iki yerden bahsetmek isterim. Birincisi; eğer pahalı ve lüks markalara ilginiz varsa, Ginza Bölgesi bu tür ürün ve dükkanların çokça bulunduğu bir yer.
Bir şey almasanız bile gezmenizi tavsiye ederim. İkincisi ise; Türkiye’de alışık olduğumuz ne alırsan 1 Lira benzeri, ne alırsan 100 Yen olan mağazalar. Bu mağazalara ise Harajuku bölgesinde çokça rastlayabilirsiniz.
Bir sonraki gezi yazımızda buluşmak üzere, hepinize güzel günler, güzel seyahatler dilerim.