içinde

Cümbüş

Görsel: Ressam Hayal İRTEGÜN

Uzun süren gecelerinden birinde Büyükada’nın
Vaktiyle bir efsane hâsıl olmuş tam altında koca çınarın
Şarkılar söylenmiş, ağıtlar yakılmış, kahkahalar atılmış, ölüler gömülmüş
Bu garip bilmeceyi ansızın kör bir dilenci çözmüş
* * *
Bir “Cümbüş” vardı diye anlatırdı eskiler
Türlü renkler barındıran allı pullu bir çadır
Hem oyunlar oynanan hem şarkılar söylenen
Karşılığında biraz altın biraz alkış beklenen
Yeşilin türlü tonu ve kan kırmızı renginde
Bir başka âlemmiş ki herkeslerin dilinde
Kapısında süslü nallar korurmuş nazarlardan
Işıltısı daha parlak gökteki yıldızlardan
* * *
Yedi tepeli İstanbul’un her bir köşesinden
Yekpâre bir ahenkle gelirmiş Cümbüş’ün sesi
Fiko, Necdet, Dilber ve türlü nefes içinden
Başlatırmış oyunu çalgıcı Ramon’un bestesi
* * *
İlkin Necdet belirirmiş şarap rengi frakla
Selam eder seslenirmiş hayli kıvrak lisânla
Teker teker bırakırken dostlarına sahneyi
Çocuksu bir edayla aralarmış perdeyi
* * *
Önce birkaç numara sonra bir çalgı çengi
Elinde defle Fiko herkeslerden neşeli
Karışınca zaman suya, kahkahalar gökyüzüne
Görünürmüş perdede Mikanos’lu Eleni
* * *
Eleni bir kuğu gibi dolanırken sahnede
Onu seyredenleri bir heyecan sararmış
Dilinden dökülenler ulaşırken kalplere
Sesini bir duyanlar bin yıl unutamazmış
* * *
Kimi zaman aşkı söyler Juliet’in izinde
Kimi zaman sevda çekmiş Paris’in gizinde
Kimi zaman vazgeçip her şeyden üç beş lokma için
Başlarmış Hırçın Kız’ın hırçın sözlerine
“Ne yani açlıktan öldürmek için mi evlendi benimle
Babamın kapısına gelen dilenciler bile
Yalvarmaya başlar başlamaz alırlar sadakalarını
Yoksa başka bir yerde bir acıyan bulunur kendilerine”
* * *
Sonra çıkıverirmiş zilli etekli Dilber
Onu görenlerde ne dert bâki ne keder
Salınarak geçti mi ter kokulu çadırı
Bir lahzada silermiş sakladığın kahırı
* * *
Ve yine günlerden birgün,
Ada toplarken ruhunu beşerin bir dingin gecede
Merakına yenilen bir âdem daha varmış yedi tepenin birinde
Kaçınca kulağına Cümbüş’ün nâmı, en çok da Mikanoslu Eleni
Uzak yakın demeden çıkmış gelmiş Beyoğlu’ndan Kılıç Ali
* * *
Eşraflı bir âdemmiş Kılıç, özü sözü adından keskin
Sevdiğini başında taşır, sevmediğine duyarmış kin
Keyfini de sürmüş âlemin, çekmiş çilesini de garipliğin
Nihayetinde bir armağan olduğuna aldanmış kendine bu yıldızlı gecenin
* * *
Vakit dolmuş şimdi Eleni her zamanki yerinde
Tüm zarafeti ve gözlerindeki kederle
Şöyle bir taramış, bir nefeslik zamanda, o müphem kalabalığı
Başlamış anlatmaya zavallı Desdemona’nın talihsiz yazgısını
* * *
Bitirince sahneyi Mikanoslu Eleni
Yalınayak yürümüş bir ileri bir geri
Ardından çıkmış Dilber eteklerinde ziller
Kılıç Ali dışında ondaymış bütün gözler
* * *
Aşk bu bir “an “ kadar çabuk seni kor derde, kedere
Bir sancı gibidir bilinmez ki başı sonu nerede
Tutulmuş yüreği Ali’nin aklı hala o billur seste
Lakin bir Ali değilmiş sevdaya tutulan bu yıldızlı gecede
* * *
O günden sonra her gün Kılıç Ali merakta
Buluvermiş kendini Cümbüş’ün etrafında
Bir müddet sonra fark edince Eleni
Karşı koymak ne mümkün sevdalanmış yüreği
* * *
Öyle bir sevda ki bu ulaşmış dilden dile
Akmış zaman su gibi kalmış bahar geride
Gezinirken çıplak ayak bir haziran güneşi
Kör bir ay ışığında buluşuvermiş tenleri
* * *
Cismi gül olmuş, sesi cân, varlığı âb-ı hayat
Sâyesi huzur, yokluğunda ağyar olmuş geceler
Yalnız Eleni’nin göğsündeki bir garip hissiyat
Olmadık, umulmadık bir korkuyu filizler
* * *
Sanki ince bir mille işlenmişti endişe
Şimdi kimlere gitse ne dilekler dilese
Bir tılsımlı bez varmış inandığı aklının
Tesirine inanmış yaşlı koca çınarın
* * *
İlk dilek değilmiş bu koca çınara yükselen
Bir hayal-i aşk için gönüllerde biriken
Alı, moru, mavisi en çok da kan kırmızı
Emanet edilmiştir nicelerin yazgısı
* * *
Günlerden bir gün yine dönerken vakit geceye
Kalabalık denizde kum misali değermiş görülmeye
Bir yolunu bulup Eleni uzaklaşmış Cümbüş’ten
Yürümüş yaşlı çınara ay güneşi kovalarken
* * *
Buz gibi bir sessizlik içindeyken zaman
Ulaşmış çınara Eleni kalbinde gizli bir güman
Kimsecikler yok sanmış yağan yağmurdan başka
Lakin bir âmâ dilenci varmış koca çınarın ardında
* * *
Eleni tüm benliğiyle ederken arşa niyâz
Bihabermiş her şeyden sanki kâinata ahraz
Sokulmuş ulu çınara tılsımlı bez ellinde
Aşk ile dua kılmış Meryem’e kendi dilinde
“Ey bâkire kız sana yalvarıyorum
Korku ve kederi benden uzaklaştır
Çünkü sen ey kutsal annemiz
Esenlik kaynağı Mesih’i karnında taşıdın”
* * *
Bağlarken dileğini çınarın kollarına
Bir tuhaf ürperti yoklamış benliğini
O vakit gelmiş kendine, dönüp bakmış ardına
Geç kalmış fark etmeye zalimin gölgesini
* * *
Ne bir ses ne bir soluk yalnız tanıdık bir çift göz
Kalmamış kelâma gerek, söylenmemiş tek bir söz
Eleni, bu amansız vakitte toplarken benliğini
Saplamış gölge sol yanına yağlı, soğuk hançeri
* * *
Şimdi olduğu yerde, yarınsız dileğinin altında
Gözleri açık, sırtı dayanmış ulu çınara
Bakakalmış uzaklara, çıkmış yüreğinden bir cılız âh
Olmasaydı dilenci sahipsiz kalacaktı bu günah
* * *
Dilenci haykırmış var gücüyle, kan kırmızı çadıra
Çıkmış onu duyanlar aldırmadan yağmura
Toplanan kalabalık vaziyetin idrakine çalışmış
Etrafı bilinmezden bir garip duygu sarmış
* * *
Şimdi ada susmuş sessizce beklemiş
Ada, Eleni’nin gözlerinde gizli bir keder sezmiş
Ve bu kedere oyun derken kimisi, kimini sarmış endişe
Kulak kesilmiş herkes dilencinin sözüne
* * *
“Dinle beni ey ahâli
Bu oyun ki yıllar yılı sürecek
Dilden dile tıpkı bir masal gibi
Dimağlara işlenecek
Yağarken yağmur ve etraf unutulmuş bir göl gibi sessiz
Eleni ulaştı çınara
Ve başladı duasına her şeyden habersiz
Atıp da yüreğindeki korkuyu ararken bir küçük teselli
Varamadı farkına duasına karışan gizli sesleri
Bu dünya karanlıktır bana lakin kulağım hala diri
Ne vakit olursa olsun, bin metreden tanırım Dilber’in zillerini
Bu vaziyet ki bize dert bu hal ki bize kederdir
Bu kederi yüreğimize koyan zilli etekli Dilber’dir”
* * *
İnanmamış ilkin ne Fiko ne de Necdet
Ne de Cümbüş, her nefeste aramış bin bir medet
Fakat yokmuş etrafta ne Dilber ne de bir işaretle varlığı
O an anlaşılmış, o yıldızlı gecenin tek aşığının Kılıç olmadığı
* * *
Başta Kılıç dağılmışlar adanın dört bir yanına
Taş üstünde taş kalmamış ne gökte ne karada
Çok geçmeden bulmuşlar taş yürekli Dilber’i
Yatıyormuş soğuk suda, sudan soğuk bedeni
* * *
Koca çınar, engin deniz apaçık şahidiymiş
Ölümle yaşam, gerçekle düş birbirinde gizliymiş
Geçmiş zaman, her sokağa sinmiş kokusu hüznün
Son perdesi olmuş bu hikaye, düşten güzel Cümbüş’ün

Yazar Deniz Bektaş

3 Yorum

Yorum Bırakın

Bir yanıt yazın

iş-kazası

Ülkemizin Yürek Yakan İş Kazası Bilançosu

daha filmi-kitabı

Kitabı ve Filmi Var – Daha Ne Olsun!