Sisifos birgün dağın zirvesinden yuvarlana yuvarlana inen o kayayı elleriyle kavrayıp yeniden yeniden taşımasaydı, boş bir çabadan ibaret olan bu cezanın gerçekten Tanrıların sırlarını birbirine taşıdığı için verildiğini mi yoksa başka türlü bir sebebin sonucu olduğunu anlar mıydı? En büyük ceza değil midir boş bir çabaya bedel bir günahı olmasının bir insanın. Sisifos’un bunları düşünecek kadar zamanı var mıydı boş bir çabadan arta kalan ya da gördüğü başka bir şey mi vardı her inişinde tekrar o kayayı yukarı çıkaran? Önemli olan o kayanın nerede durması ya da o kayanın varlığı bile değildi belki de…
Sisifos koca bir kayayı bir dağın en yüksek tepesine kadar yuvarlayarak çıkarma cezasına çaptırılmış bir kraldır. O kayayı tepenin doruğuna kadar çıkarıp her defasında tekrar en dibe düşüşüne istemsiz kalıp tekrar en tepeye taşıyan boş bir çabayla cezalandırılan bir kral. Tanrılar dünyada verilebilecek en zeki cezayı vermişlerdir, dünyada ceza verebilen bir Tanrı’nın cezasına itaat etmekte ne kadar akıl kârı bilinmez ama Homerus, Sisifos için ‘ ölümlülerin en bilgesi olan insan’ der. Ben ise Sisifos hakkında o kayayı zirveye ulaştırmak için çabalamadığını zaten cezasının bu olduğunu farkedip her boş uğraşın neticesinde hüsrana uğramadığını düşünüyorum. O kayayı tekrar yeniden yüklenecek kadar güzel bir şey bulduğuna inanıyorum o tepede, o kayada veya evrenin cismi olmayan bir uzvunda saklı, sadece cezasına itaat eden bir kralın bir insanın görebileceği bir şey. Yoksa razı gelmek kolay olmazdı ya da zor olan bu kadar insanı yeniden yeniden şevklendirmezdi. Bir şey olmalı herkesin baktığı yerde durmayan ya da hep aynı yerde durup da herkes tarafından görülemeyen. Bir buğu, duman, is gibi sadece ellerini ateşe değidirebilenin hissettiği sıcaklık gibi. ‘Yak’ laşmayanın yanmayanın asla hissedemeyeceği…
Şimdi ateşe eli değmemiş bir Sisifos var karşımda çünkü birgün o taşı kendim için taşımadığımı farkettim. Boş çabamı bir dağ yamacından aşağı düşerken seyrettim. İnsanları gördüm, ilk başta ondan olduğumu seçti gözlerim, sonra ondan olanı. Gözlerine baktım uğrun uğrun… Yüzlerinden artık ne bir endişe ne bir üzüntü okuyabiliyordum. “Ahmak!” diyorlardı, Sisifos bir bilgeydi boş bir çabaya rağmen ben ise bir Ah!.. İnanç sömürücüsü bir Ah! İyi tanırım -kendilerinde denenmiş inançları kırılan insanlar, başkalarına inanarak yenilgilerini unuturlar- bu insanları. Oysa kırılan inancım bir dal parçası değildi ki şu koca evrende kendime kırılmış olayım! Gövdemeydi inancım, baltalarıma sap olamamıştım, kendimden kırıldım bir sap yaptım. Biliyordum boş bir çaba degildi cezam. Hergü. yeniden inanmaya sebep güzel bir şey görüyordum. Onlar bir kayanın dağdan düşüşünü izlerken ben bir kayayı çıkartabilecek kadar ellerimin güçlendiği bir manzaranın kıyısının farkındaydım, tüm yorgunluğum dinleniyordu böylece. Ben ne bilgeyim ne de ahmak us ile anlatamadığım güzel bir ruhum var. Bir iki adım önce atıyor belki benden yetişemiyorum, yetişebilsem burası kalınabilecek bir yer olmaz biliyorum. Burada kalırken benden önce giden ruhumun yorgunluğunu yaşamak istiyorum. Ya benden geride kalsaydı etin kemiğin yorgunluğu hiçbir çabanın boş kalışına katlanmazdı, ruhumun hatrı var tüm güzellikleri farkettirdiği için işliyor bu eller kayaların sert yüzlerinden çizilmeden.
Yazınız çok iyi. size nasıl ulaşabiliriz? http://www.dibace.net sitemiz yayında
-Sadece cezasına itaat eden bir kralın bir insanın görebileceği bir şey. ‘Yak’ laşmayanın yanmayanın asla hissedemeyeceği…- Tam da bu işte! Tebrik ederim. Hissedebilmeli, anlayabilmeli ve huzurla kabul edebilmeli insan, gönlüne konulanı…
Teşekkür ederim, huzur ile kabul edebilenler için öyleyse ?
Cok guzel bir yazi. Kaleminize saglik??
Teşekkür ederim ???