Aşkın rengini kırmızı yaptık, başka rengi yakıştırmadık; diline Seni Seviyorum’u pelesenk ettik; sonra kırmızıdan sıkıldık, soldu dedik. Seni seviyorum karnım acıktı demek kadar ruhsuzca seslendirilir oldu… Tükettik. Aşkı sınırların içine koyduk, Ben Esmer severim, mavi gözlü, uzun boylu, sarışınlardan hoşlanırım deyip kalp gözümüzü kapatıp gören gözlerle sevmeye çalıştık, ruhunu sevmeden önce dudakları, yuvarlak göğüsleri, kıvrımlı kalçaları beğendik ve aşk dedik…
Oysa aşk, sınırı olmayan, yaşadıkça özüne indiğin ve ilk günkü heyecanını hiç bir zaman koruyamayan kimyevi bir reaksiyondur.
Ne güzel derin derin toz pembe anlatıyordum değil mi? Nerden çıktı bu kimya, biyoloji diyebilirsiniz; lakin bizim gözümüzde çokça büyüttüğümüz Aşk, aslında tamamen uyumak, yemek, içmek gibi vücutta meydana gelen biyokimyasal olaydır. Aşık olduğunuz kişiyi gördüğünüz anda kalbiniz daha hızlı atmaya, ağzınız kurumaya, midede kramplar hissetmeye başlarsınız. İştahınız kapanır, cinsel organınız beyninizin verdiği komutla kimyanızda meydana gelen değişikliğe tepki verir. Vücut, hayati fonksiyonlarını bir kenara bırakıp üremeye yoğunlaşmıştır. Seksin neden bir ihtiyaç olduğu sorusunun cevabını da böylelikle vermiş oluyoruz. Konudan ayrılmadan, şunu belirtelim ki aşkın ne kırmızıyla, ne kalp gözüyle, ne esmeri, sarışını mavi gözlüsüyle ilgisi yoktur.
Aşk eşittir kalp mantığı tamamen hatalıdır. Beyin tüm vücudumuzu yönettiği gibi hislerinizi de yönetmektedir ve o hissettiğimiz tüm aşırı duyguları, günü geldiğinde çöp kutusuna taşır; çünkü yorulur. Beyin sürekli olarak bir duyguyu aynı yoğunlukta devam ettirmediği için zamanla azalan bir eğimde seyir ettirir yani “Sen artık beni eskisi gibi sevmiyorsun!” cümlesi beynin yorgunluk sinyallerinin dış mihraplarca algılanmış olduğunun kanıtıdır.
Şöyle düşünelim: Evlilik aşkı öldürür!
Bu görüş son 20 belki de 30 (ya da daha az onu kestiremiyorum şuan) yılın en bilindik klişesidir. Doyuma ulaşmış insanların, .oku evlilik müessesesine attığı bir yalandır. Aşk zaten kalıcı olmayan bir durumken ve insanlar üremek için evlenirken ve de üremek için gerekli olan faaliyeti daha rahat, resmi yollarla yerine getirmek amacıyla dizlerinin bağını çözen aşk denilen bu duygunun onları nikah masasına oturtmasını, sonucunda da aşkı, evliliği öldüren bir katil olarak lanse etmelerini normal sayan yanlış bir görüştür.
Aşkı öldüren evlilik değildir. Evlilik, sadece bu süreci hızlandıran bir olgudur. Cinsel açıdan keşfini bitirdiğiniz, aşık olduğunuz insana karşı ilk başta hissedilen duyguların yerini yenileri alır.
Bir düşünün derim.