içinde

Arka Bahçe

İki katlı büyükçe bir evin olabildiğince büyük bahçesi
Bu bahçede en iyi hatırladığı şey
Sıra sıra dizilen mis gibi kokan portakal ağaçları
Yazı bekleyen yenidünya
Eski yağ tenekelerine gelişigüzel dikilmiş
Buna rağmen yatağına inat
İtinayla açmış iri yapraklı bahar gülleri

* * *

Arka bahçede boyunu aşan “yabani” otlar vardı.
Bilmezdi o zamanlar yabani kelimesini,
Bilse korkardı.
Kaybolmuşçuluk oynardı orada,
Kendi kendine kaybolur kendi kendini bulurdu.
En güzeli çamurlu topraktı,
Bu toprakla yaptığı pasta ki enfesti tadı.
Şimdi görse yolunu değiştirir ama
O vakitler,
Bir solucanı parmağına dolayabildiği zamanlardı.

* * *

Her şey onun olabilirdi
Onun oyuncağı
Mutfaktaki rende, masadaki şamdan, küçük bir çiçeklik
Bir plakçalar, terlikler ya da komodindeki kesme şekerlik
Canı nasıl isterse öyle canı kiminle isterse onunla oynardı
Konuşurdu onlarla konuştururdu onları
Beklerdi cümleleri bitsin diye
Yalnız kendi duyardı

* * *

Öyle alışmıştı ki
Ne çağırana giderdi ne kimseyi çağırır
Akranı da yoktu hani
Ya örgü örerdi ya kundakta bebekti
En kötüsü bu ya böyle belledi
Zaman geçti de büyüdü oldu adı
Başka oyunlar oynadı hem ne oyunlar…
Ya sustu gitti ya korktu kaçtı
Şimdilerde şaşırması bundandı

* * *

Kuru sıcak bir bahar gününde
Dirsekleri dayalı sıraya, çenesi avuçlarında
Gözleri daima öğretmenindeydi
Birden,
Sıra arkadaşının örselenmiş dirseğiyle irkildi
—Sen, dedi öğretmen. “Ne düşünüyorsun?”
Sustu.
Çenesi bir an olsun çıktı avuçlarından
Şaşkındı bir medet umdu arkadaşlarından
Öğretmen anladı onu,
Tekrar sordu sorusunu:
—Ne düşünüyorsun Fatih’in İstanbul’u fethi hakkında?
Yirmi bir yaşındaki Fatih’in fethi hakkında?
—Ben, dedi. Çekingen.
—Ben…bilemiyorum ve…şey…on yedi yaşındayım şimdi…üstelik…
—Fena mı, dedi öğretmen. Mağrur.
—Jan Dark’ın Fransa’yı kurtardığı yaştasın!
Zil çaldı.
Tanımazdı Jan Dark’ı ama
Kıskandı.

* * *

Eve gidesi yoktu ya düşündü biraz
Hem gidip de ne olacaktı
Önce yemek sonra masa başı coğrafya
Mercimek nerde yetişir, patates nerde biterdi
Tibet ne yana düşer en uzun nehrin adı neydi
Oturduğu yerden dünyayı öğreten
Bir bizdeki düzendi
Havaya baktı
Ağır ağır yaklaşan lacivert bulutları görmezden geldi
Bu yağmurlar dedi kuru sıcaklara bir teselli
Üstelik kaç zamandır aklına düşmüştü
İki katlı büyükçe evin olabildiğince büyük bahçesi

* * *

Yola koyuldu…Yağmuru bekledi… Jan Dark’ı düşündü…

* * *

Neydi bir ülkeyi kurtarmak,
Ne demekti?
İnsanlarını mı, toprağını mı?
Yoksa her ikisi birden mi?
Doyurmak mı milletini, kollamak mı?
Hepsi belki,
Belki de hiçbiri…

* * *

Nihayet bahçe duvarına vardı
İstediği yalnızca geçmişten küçük bir ‘an’dı
Bilemezdi ne bekliyor o duvarın ardında
Onun aklı şimdi portakal ağaçlarında

* * *

Yağmur gösterirken yüzünü,
Dayadı kollarını yosun tutmuş duvara,
Seyretti uzun uzun.
Ama sessiz ama mahzun.
Gördüğü şimdi;
Sayısı üç beş kalmış portakal ağacı,
Bir de kaldırıma taşan çalının kederli karmaşası.
Güllerin yerinde yeller esen biçimsiz tenekeler,
Ve duvarlarda oynaşan kertenkeleler…

* * *

Dünü düşündü bir anda bugünden kaçarak
Böyle yağmurdan sonra ne güzel olurdu toprak
Daha çok şey düşünmek istiyordu durup da sakin sakin
Lakin,
Yağmur hızlıydı
Ve o, bu sokakta hiç olmadığı kadar yalnızdı
Kuvvetle dönmesini söyleyen bir ses vardı içinde
Ki bu ses aynı kuvvetle mıhlıyordu onu olduğu yere

* * *

Önce rüzgar sandı o yabani otları sarsan
Görmüyordu göremiyordu yağmurdan yaştan
Sarsıntı karıştı garip bir sese
Ses dönüştü inleyen korkulu bir nefese
Korkudan buz kesildi
Yağmur gittikçe hızlanıyor
Yüzünden akan sular
Gözlerinden boşalan yaşlara karışıyordu
Kıpırtı arttıkça
Kalbinin sesi yükseliyordu
Ve neden sonra gördü onu bakınca dikkatli
Kalın bir ip bağlı esmer bir eli
Aynı iple bağlanmış ayak bileklerini
Ve sağanak yağan yağmur gibi benliğini esir eden
Küçük, korkunç, zavallı gözbebeklerini

* * *
Derken dokundu biri omzuna
Korktu, sıçradı.

—Bekleme burada küçük hanım,
Bahçe sahibi mutsuz bir bey.
Üstelik bu yağmur getirmez sana,
Hastalıktan başka bir şey.

* * *
Gözlerine engel olan dağılan saçlarıydı
Alnının çizgilerinde tüm kederi saklıydı
Ve niyeti iyiydi kadının
Bir tuhaflık sezmemişti ötesinde duvarın
Küçük hanım dinledi onu uslu bir çocuk gibi
Bakmadan hiç ardına doğru evine gitti

* * *

Gökyüzü karanlık, zihni bulanık, bekledi güneşi
En uzun geceydi bu, pişmanlık hediyesi. ,

* * *

Uyandı
Sabah ilk kez bu kadar ağır geldi ona
Sıkışıp kalmıştı dün ile bugün arasında
Düşündü
Karşısında önü sonu olmayan bir garip bilmece
Cesaretten yoksundu gücü yoktu çözmeye
İçinde bir garip korku ve bir tuhaf endişe
Bir suçlu gibi sessiz döndü arka bahçeye

* * *

Hava ılık
Dünden kalma yağmurun etkisiyle ıslanmış ortalık
Ve birbirine benzeyen insanların
Birbirine benzeyen hayatlarının biriktirdiği kalabalık
Bakıyordu arka bahçeye
Yaklaştı
Adımları birer birer kalabalığı dolaştı
Durdu, bekledi, dinledi
Mahalleli, çoluk çocuk, meraklı üç beş çehre
Kaptırmıştı kendini telaşlı bir sohbete

—Yeniceli Âsım’ın yeğenini vurmuşlar!
—Kim?
—Kim oğlu kim…
—Ölmüş mü?
—Bacağından vurmuşlar ama kanı çekilmiş,
Bağlanmış elleri kolları öylece terk edilmiş.
—Yok mu bir gören duyan ıssızda mı kalmış?
—Yokmuş demek ki garip olsa zaten yaşarmış
—Neymiş dava o vakit, nerde yanlış yapmış?
—Kim bilir…
—Yaşı kaçmış?
—Yirmi bir…

* * *

Zaman, mekanı sarıp kaydı ayaklarından
Döndü sessizce geriye çekildi kalabalıktan

* * *

Yola koyuldu…Hıçkırıklarını yuttu…Jan Dark’ı düşündü…

Yazar Deniz Bektaş

Bir yanıt yazın

zamana yenik düşmek

Zamana Yenik Düşen Nostaljik 13 Şey

Sinop Cezaevi Günleri

Bir Tutam Sinop, Biraz Sabahattin Ali…